• BIST 9226.86
  • Altın 2947.706
  • Dolar 34.3538
  • Euro 36.7108
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 4 °C
  • İzmir 13 °C
  • Antalya 13 °C
  • Muğla 8 °C
  • Çanakkale 15 °C

Gezi Parkı'ndan İnönü Stadı'na

ERTUĞ YAŞAR

Türkiye’nin Cuma gününden bu yana içinden geçmekte olduğu SOSYAL durum karşısında hangi ekonomi yazısını kaleme alacaksınız ki ?

Nerede ise sivil bir kalkışmaya dönüşen olaylar karşısında tepkisiz kalmak (olumlu ya da olumsuz) sanırım olanaksızdır. En azından “Sivil İtaatsizlik” diye tanımlanması gereken bu sosyal dışa vurumun / patlamanın nedeni de sanırız Gezi Parkındaki ağaçların kesilecek olması değildir.

Asıl sorun, toplumun bir kesiminin (doğru ya da yanlış bir algılama ile),

  1. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının her an daha da artan bir biçimde Hayat Tarzlarına Müdahale ettiğini ve
  2. Türkiye’deki bütün politik kararları (Gezi Parkıyla ilgili olanı bile) artık tek başına Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiğini (böylece de demokratik bir yönetim yerine otokratik bir yönetime döndüğünü) düşünmesidir. 

***

En azından şu ana kadar Başbakanımızdan değil ama, Adalet ve Kalkınma Partisinin bazı taraflarından, “mesajın açıkça alındığı” sözü yüksek sesle dile getirilmektedir.

Eminim ki Sayın Başbakanımız da bu mesajı almıştır ve hemen her seçim zaferinin gecesinde halka yaptığı ilk konuşmalarda söylediği gibi, sadece kendisine oy verenlerin değil, özellikle de azınlıkta kalanların ve bütün Türkiye’nin Başbakanı olacaktır.

***

Uluslararası ortamlarda kendini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlamayı seven Adalet ve Kalkınma Partisinin “muhafazakar” tarafını zaten çoktandır görüyoruz. Bir itirazımız da pek yok.

Ama şimdi istenen, partinin “demokrat” tarafının da görülmesidir. Hem de sadece kendi görüşünde olan muhafazakarlara karşı değil; kendi görüşünde olmayan liberallere, solculara, milliyetçilere … ve hatta “marjinallere” (!) karşı bile.

***

Ekonomi yazmadan duramadığımız (ve aslından iyi kötü anladığımız tek iş de ekonomi olduğu için) Gezi Parkı tartışmasından esinlenerek okuyacağınız bu ekonomi yazısını kaleme almadan duramadık !!!  

Bu yazı önce bir spor, ya da aslında futbol yazısı gibi sürecek; ama merak etmeyin, sonunda ekonomiye de bağlanacak !

Hemen en başta söylemeliyiz ki, bu satırların yazarı ne Birinci Ligde ne de İkinci Ligde oynayan takımlardan hiçbirini tutmamaktadır. Futbolu izlemeyi sevdiğimiz gibi, sporun birçok dalını da izlemeyi ve takip etmeyi severiz. Zaten tam da o nedenle bu yazıyı kaleme almak aklımıza geldi.

***

Birkaç hafta önce Beşiktaş futbol takımı, şimdiki adı İnönü Stadı olan Mithat Paşa ya da Dolmabahçe stadındaki son lig maçını oynadı. Yazın düzenlenecek bazı aktivitelere daha ev sahipliği yaptıktan sonra stat yıkılacak ve yerine yeni bir stat inşa edilecekmiş.

Aynı Fenerbahçe’nin Rüştü Saraçoğlu Stadı; ya da Galatasaray’ın Seyrantepe stadı gibi, Beşiktaş’ın da yeni ve modern (daha da önemlisi) daha çok gelir sağlayabileceği bir stadı olacak.

Bu takımların hiçbirini tutmamama karşın, yakın arkadaşlarım sayesinde her üç stattaki localardan maç izledim. Yeni olmasına karşın Galatasaray’ın Seyrantepe stadından daha çok (belki ulaşım nedeni ile de) Fenerbahçe’nin Rüştü Saraçoğlu stadını beğendim.

Elimizde olmadan, sanırım buna “profesyonel deformasyon” diyeceğiz, statları sadece seyir zevki açısından değil de aynı zamanda ekonomik bir meta olarak da değerlendirmeye başladık.

Tabi bu gözle bakınca bir futbol stadı kadar verimsiz ve ölü bir yatırım da olamaz !

***

Ekonomi okuyan herkese birinci derste ekonominin tanımını yaparlar: Dünyanın sınırlı ve kıt kaynaklarını, insanların sonsuz isteklerine en verimli bir biçimde dağıtma bilimi…

Öyle ya; istekler sonsuz ve sınırsızdır:

Keşke her ilimizde bir uluslararası havaalanı olsa; ya da her ilimizde ve ilçemizde bir Seyrantepe stadı olsa; keşke her ilimizde Boğaziçi Üniversitesi ayarında üniversitemiz olsa; keşke emekli maaşları 5.000 lira olsa; keşke herkes 40 yaşında emekli olsa; keşke haftada iki gün çalışıp beş gün hafta sonu tatili yapsak …

Dedik ya, bir futbol stadı kadar verimsiz ve ölü bir yatırım da olamaz…

Yılın sadece sekiz ayı, o da iki haftada bir gün beş saat kullanılacak bir yatırım yapıyorsunuz. Maliyetini bilemiyorum; ama Seyrantepe stadı için duyduğum rakamların en küçüğü 100 milyon dolardan daha aşağı değildi. Dolmabahçe gibi sorunlu olması yüksek olasılık bir zeminde bu maliyet daha yüksek olmaz mı ?

Peki o zaman neden bu yatırımı yapıyoruz ?

Hadi diyelim ki parayı biz, yani vergi ödeyenler vermeyecek; Beşiktaş ya da Beşiktaşlılar ödeyecek. Ama o bile bir israf ve ekonomik kaynakların kötü / verimsiz kullanılması değil midir ? En azından bu stat yatırımına gidecek banka kredisi, daha verimli bir işte kullanılabilirdi.

İstanbul’a ve İstanbul kulüplerine beş büyük stat yapılması kadar ekonomik verimsiz bir uygulama sanırız olamaz (Kasımpaşa’nın oynadığı R.Tayyip Erdoğan stadı ve bu yıl küme düşen İBB’nin oynadığı Olimpiyat stadı ile birlikte).

İyi bir planlama yapılsa, bütün bu takımlar sadece bir statta, örneğin Rüştü Saraçoğlu stadında ya da Seyrantepe stadında maçlarını oynayabilirler (Cuma, Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günlerinde maçlar oynandığına ve her hafta takımlardan en az ikisi deplasman için şehir dışında olacağına göre).

Ama takım kaprisi, plansızlık, bencillik, daha da önemlisi ekonomik verimlilik kavramının adını bile duymamış olmak, İstanbul’da gereksiz yere dört mega stat daha yapılmasına; en az 500 milyon doların heba olmasına neden oluyor (hal bu ki bu 500 milyon dolar ile, tanesi 2 milyon dolardan 250 adet ilköğretim okulu yapılabilirdi örneğin). İstanbul halkının her zaman yararlanabileceği yeşil alanlar da bu nedenle, çok sınırlı sayıda insanın çok dar bir zamanda yararlandığı yerlere dönüşüyor.

Yani bana sorsanız, (Beşiktaşlı arkadaşlarım kızmasın ama) Beşiktaş’a yeni bir stat inşa etme iznini ne Dolmabahçe’de ne de başka bir yerde vermezdim.

Neyse ki bana soran da olmuyor !!!

 Ertuğ Yaşar;

Tuzla, İstanbul; 3.06.2013

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar
Halim Aydemir
04 Haziran 2013 Salı 11:18
Konuları Karıştırmamak Lazım
Sayın Yaşar'ın Demokrasi tespitleri doğrudur ancak Stad konusundaki tespitine gelecek olur isek; Elma ile Armudu karıştırmamak gerekir. Çünkü nasıl ki toplumda okullara hastanelere ihtiyaç varsa sosyal toplum bilincinde yatırımcıya ve sanayiciye hiçte mantıklı gelmeyen müzeler stadlar kültür merkezleri ve çeşitli ortak kullanım alanları fazlasıyla olmalıdır. ayrıca bir stadın kullanım şekline gelecek olur isek, Türkiye de stadlar malesef sadece maç ve konserler için kullanılmaktadır oysaki stadların altı ve etrafında dükkanlar ve lokantalar olmalı kapalı otoparkı olmalı mitingler ve organizasyonlar burada yapılmalı organizasyon olmadığı zamanlarda ise kontrollu bir şekilde spor yapması için halka açılmalıdır. bu sayede stadlar bahsettiğiniz gibi 15 gunde bir değil 24 saat işleyen bir yapıda kullanılır. hem olimpiyatlara ve her yıl dünyada düzenlenen 18 uluslararası spor faaliyetlerine ev sahipliği yapabilmekte cabası bu 18 organizasyon ne dediğinizi duyar gibiyim. bunlar futbolda kadınlar, erkekler, engellilerin yaş yaş dünya ve avrupa şampiyonaları olimpiyat seçmeleri ve mücadeleleri, avrupa ve dünya kupaları, kupa maçları vb....
95.6.93.7
tolga turgut
03 Haziran 2013 Pazartesi 21:41
turgut reis denizcilik
bazen taraflı olduğunuzu düşünsemde bu yazınızla beni mahcup ettiniz,kaleminize sağlık
178.245.180.104
Yazarın Diğer Yazıları
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2004 Deniz Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0544 880 87 87 | Haber Scripti: CM Bilişim