• BIST 9524.59
  • Altın 2523.397
  • Dolar 32.5629
  • Euro 34.6325
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C
  • İzmir 16 °C
  • Antalya 16 °C
  • Muğla 9 °C
  • Çanakkale 12 °C

"Denizin altında balıkla rakı içtim"

"Denizin altında balıkla rakı içtim"
Sabah Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Balçiçek Pamir, Ünlü armatör ve sanayici Kahraman Sadıkoğlu ile hayatı, tutkuları ve hayal kırıklıkları üzerine konuştu.
Sabah Gazetesi Yazıişleri Müdürü Balçiçek Pamir'in pazartesi sohbeti...

*Armatör Kahraman Sadıkoğlu: 'Otomobille su kayağı yaptım. 25 metrede balıklarla rakı içtim'.

*Hyatt Otelleri sahibi bir türlü randevu vermiyordu. Chicago'ya gittim. Eşi ile yemek yerken şampanya ile masalarına oturdum, oteli Türkiye'ye getirdim.

*Armatör Kahraman Sadıkoğlu "Hayatımda hiçbir zaman 'olmaz' sözcüğünü kabul etmedim. İmkânsız kelimesi lügatimde yok" diyor "25 metreye bir masa bir sandalye indirip balıklarla rakı içtim. Ama çıkarken ölüyordum. Tekne pervanesi başımın yanından teğet geçti".

*Kahraman Sadıkoğlu'nu anlatmak için sayfalar yetmez. "Karşısına bir otur bak ne hikâyeler çıkar" diyenler yanılmıyormuş. Hayatımda hiçbir röportajda bu kadar gülmemiştim. Sadıkoğlu'nun lügatınde imkansız, yapılamaz, olmaz kelimeleri yok. Ama gerçekten de yok. Öyle bir hayatı var ki nereden başlasam bilemiyorum. Karadenizli armatörün Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra anne zoruyla İngiltere'ye üniversite okumaya gönderilmesinden mi bahsetsem, yoksa her gece okulun köpeklerini kasaptan aldığı etle besleyerek üniversiteden kaçmasını mı anlatsam?

BİRİNİ UYUTABİLİRİM

Batık Independenta gemisini çıkaran o. Hyatt Regency'i Türkiye'ye getiren o. Göcek'te ilk yüzer evi yaptıran yine o. Basra Limanı'ndaki batık gemileri çıkaran Sadıkoğlu aynı zamanda Dubai Sultanı'na dünyanın en büyük yatını da yaptı. Üstelik Atatürk'ün yatı Savarona'nın da işletmecisi. En iyisi sihirbazlık merakından başlamak. Kahraman Sadıkoğlu okumak için gittiği İngiltere'de bir sihirbazın gösterisinden çok etkilenerek bütün parasını sihirbazlık alet edevatına yatırmış. Örneğin birini uçurabiliyor, parçalara bölebiliyor, uyutabiliyor ve bir kadının sutyenini dokunmadan çıkarabiliyor. Nasıl mı?
"Uçurma işlemi çok basit. Yukarıda bir mıknatıs vardır, uçacak kişinin beline bir metal bağlanır. O kadar basit. İkiye bölme durumu hep aynalarla göz yanılsaması. Birden uyutmak ise tamamen krem işi. Nemlendirici krem gibi bir şey. İki parmağınıza sürüp boyun altına uyguluyorsunuz, insan bir süre sonra uyuyor. İngiltere'den döndüğümde eve arkadaşları, aileyi topladım, gösteri yapacağım. Kurban da evin aşçısı. Fakat o heyecanla kreme fazla daldırmışım parmakları adam ona dokunur dokunmaz küt dedi düştü bayıldı. 20 dakikada ayıltamadık. Böyle kazalar oluyor tabii. Geçenlerde sutyen numarasını deniyorum. Pek de tanımadığım bir kalabalık. İşin sırrı bir eşarpta. Eşarbı kadının sutyeninin içine koyuyorsunuz, onu çekip çıkarınca kendiliğinden eşarp sutyen şeklini alıyor herkes öbürü çıktı zannediyor. Ben de onu deniyorum. Fakat denemeyi yaptığım hanım göğüsleri güzel gözüksün diye fazla destek yapmış. Benim eşarbı çekmemle birlikte bütün destekler de ortalığa fırladı. Çok fena oldu tabii."

SOYADININ ÖYKÜSÜ

Kahraman Sadıkoğlu tam bir deniz tutkunu. Kayak kadar dalmaya da meraklı. Hatta 25 metreye bir masa bir sandalye indirip balıklarla rakı içmişliği bile var. Gülerek anlatıyor. "Yüzeye çıkarken ölüyordum. Mustafa Taviloğlu teknesiyle yanaşıyormuş, beni fark etmemiş, pervanesi başımın yanından teğet geçti." O Türkiye'nin en eski armatör ailesinin en küçüğü. 142 yıl önce Naravazovski, Odessa, Oti hattında takalarla başlayan serüvendeki o zamanki isim Sadıkzade. Ardından Kalkavanlar ve Sadıkoğulları geliyor. Bir süre önce vefat eden anne Vuslat Sadıkoğlu Atatürk'ün yaveri Kemal Kalkavan'ın kızı. "Atatürk yaverine 'Git dağdan eşkıyanın elinden silahları al silahımız yok' demiş. En sonunda toprak karşılığında eşkıya dağdan inmişler. Atatürk'ün ordusunda silahlı olarak ilk vazife yapanlar eşkıyadır. Bu başarısından sonra Ata, yaverine Kahraman demiş. Benim ismim oradan."

CENAZEDE KIRMIZI HALI

Dayanamayıp araya giriyorum. Geçtiğimiz günlerde annenizin cenazesinde camiye kırmızı halı serildiği için eleştirildiniz. Niye kırmızı halı? "Haberimiz bile yoktu" diyor. "Ama düşünüyorum da Vuslat Hanım'a da kırmızı halı yakışırdı. Cumhuriyet kadınıydı annem. Atatürk'ün kucağına çıkmışlığı vardır bir-iki yaşındayken." Vuslat Sadıkoğlu gibi otoriter bir anne için Kahraman Sadıkoğlu gibi ele avuca sığmayan bir oğlana sahip olmak kolay mı? Değilmiş. "Annemi anlamanız için bir şey anlatacağım. O zamanlar ünlü bir sanatçı ile aşk yaşıyordum. Annem çok mutsuzdu. O zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı'na söylemiş. Ben de komutanı ziyarete gittim. Komutan beni kasımpaşa'da küçücük bir odaya attırdı. Üç saat sonra geldi ve 'Ayıp değil mi askerden kaçmak, seni NATO'da bir boşluk var oraya gönderiyorum, San Francisco'ya' dedi. Eve gitmeme bile izin vermedi. Havaalanına vardığımızda bir baktım dört ablam ve annem beni geçirmeye gelmişler. Meğer annem organize etmiş her şeyi. Amaç beni sevgilimden ayırmak. Askerliği 18 ay San Francisco'da yaptım."

KÂHİNE ÇOK İNANDIM

Ya kaçırılma olayı? Saddam'ın askerleri tarafından iki ay rehin tutuldunuz. Korkmadınız mı? "İngiltere'de bir kahine gitmiştim. Ellerinizi siyah bir boyaya batırıyor sonra beyaz bir sayfaya bastırtıyor sonra geleceğinizi söylüyor. O bana 80'li yaşlara kadar yaşayacağımı söylemişti. Yine o kahine giden bir akrabamız, 31 yaşına dikkat et uyarısıyla karşılaşmış ve o yaşta vefat etmişti. Ben bu olaydan çek etkilendim ve sonumun Irak'ta olmayacağına inandım. Kurtarıldıktan sonra askeri bir hastanede kontrole alındım. Doktor 'Ben senin gibi rehine görmedim' dedi. 'Sinirlerin hiç yıpranmamış.' O kadar inandım yani öldürülmeyeceğime." Kahraman Sadıkoğlu'nun vasiyeti de hayatı kadar ilginç. Savarona'dan denize gömülmek istiyor. Bolero eşliğinde. "Mümkünse deniz temiz olsun" diyor gülerek. Vedalaşırken takılıyorum, falcı başka neler söyledi. "Siyaset" diye cevap veriyor, göz kırparak. "Siyasete atılacakmışım."

Patronu ikna eden cümle

HYATT Otelleri'ni Türkiye'ye getirmek için sahibine başvurdum. Adam oralı bile değil. Tam 4 ay telefonuma bile geri dönmedi. En sonunda atladım Chigaco'ya gittim, en büyük Hyatt'lardan birine yerleştim. İyi de adamı nasıl bulacağım. Kapıdakine biraz rüşvet verip patronun arka kapıdan çıktığını öğrendim ve arka kapıda nöbet tutmaya başladım. Bir gün evine kadar izledim. Konuşmak ne mümkün, izliyorum. En sonunda bir seferinde bir restorana gitti. Meğer bir aile yemeği varmış. Restorana girmeye çalıştım, rezervasyon yok. Ben de otelin lobisinden restoranı arayıp binbir güçlükle barda kendime bir yer ayırttım. Gittim oturdum. Sonra elimde bir şişe en iyi şampanya ile adamın masasına gittim. Karısına 'Bu gecenin en güzel hanımı sizsiniz' dedim. Kadın tabii çok memnun oldu dönüp kocasına 'Ne kadar centilmen insanlar var sen bir gün bile böyle şeyler söylemezsin' dedi. 'Hanımefendi' dedim, "Ben de kocanızdan şikâyetçiyim. 4 aydır bana bir randevu vermiyor." Adam şaşırdı. Yani elinde şampanya ile olan bu adam kim, ne randevusu? Kadın oturmamı istedi ama ben ayakta "10 dakikalık bir randevu alıp gideceğim" dedim. Kadın kendi özel telefonunu verdi "Yarın beni ara sana 10 dakika randevu alırım kocamdan" dedi. Kocası da masada, dinliyor. Ertesi gün randevuyu aldım. Adam ben içeri girer girmez dedi ki "Ben bir Türk'ten büyük kazık yedim. (Sonradan bu kişinin Mustafa Süzer olduğunu öğreniyoruz) ve İstanbul'u kafamdan sildim." Ben de "O insanı siz bulup kazığı yediğiniz için siz hatalısınız" dedim. Bir insan için İstanbul silinir mi? Hayal kırıklığına uğradım. Vedalaşıp izin istedim. Tabii kalbim küt küt atıyor. Büyük blöf attım, görülmesi lazım. Tam dış kapıdan çıkacakken adamlarından biri gelip "Patron sizi tekrar görmek istiyor" dedi. Hyatt maceramız böyle başladı.

Özel kulübe kaçak girdim

SAVARONA'NIN eski sahibi bir Amerikalı olduğu için New York Yat Kulübü'ne gidip bilgi almaya karar verdim. Kapıda bir görevli. Kesinlikle beni içeri sokmadı. Kavga dövüş. Mümkün değil. Müdürünün telefonunu istedim, bir numara verdi. Cebimde 50 dolar var. Dışarı çıktım bozdurmaya çalışıyorum, ankesörlü telefon için, kimseler yok. En sonunda bir dilenci gördüm. Önündeki iki adet 25 cent'i aldım 50 dolar bıraktım. Geldim verdiği numaraya telefon ettim. Meğer adam kendi telefonunu vermiş, müdüre bağlamıyor. Şaka gibi. Orası öyle bir kulüpmüş ki, birinin koluna takılıp giremiyorsunuz. En az 10 yıllık arkadaşlık lazım. O sırada kalabalık bir grup geldi, kapıdaki görevliyle bir şeyler konuşmaya başladılar. Ben de fırsattan istifade koşarak içeri girdim. Bir üst kata çıktım. Büyük bir salon düşünün. Koltuklarda oturanların kimisi ölmüş, yani o derece yaşlı, kimisi de uyuyor. Hepsine yüksek sesle "Beyler" diye seslendim. "Beyler ben Savarona'nın sahibiyim. Buraya bilgi almaya geldim ama siz beni kapıdan almadınız. Bu nasıl misafirperverlik?" Bir süre sonra ben salonda ortada oturuyordum, etrafımı sarmış beni dinliyorlardı. Bir de şampanya ısmarladım garsona. Beni sonradan kulübe hemen üye yaptılar.

Ölü balığı oltaya takıp Japon işadamına pastırmayla balık tutmuş gibi yaptım

O ZAMANLAR biz Japon işadamı Kajima ile ortağız. Ama ben Savarona'da da ortak olalım istiyorum. Görüşmeleri yaparken onu Göcek'e davet ettim. O zaman yirmi metre teknem var. Kajima'nın adamları gelip tekneyi bir güzel yıkadı, temizledi, kıyafetlerini yerleştirdi. En sonunda yola çıktık. Kajima özel bir olta takımı almış gelmiş. Seyahat boyunca balık avlamaya çalıştı. Ama beceremedi. Çünkü oltanın ucunda yapma yem var. Birkaç kez uyardım, "Minik balık koyalım" diye, kulak asmadı. En sonunda aşağıdaki mutfaktaki aşçıyla anlaştım.

"MEVSİM balıklarından bir tanesini aşağıya sallayacağım oltaya tak" dedim. Yukarı çıkıp Bak Mr. Kajima dedim Biz balığı pastırma ile tutarız. Aşçı sallandırdığım balığı oltaya taktı. Ben de sanki canlıymış gibi büyük bir hava içinde balığı sallayarak çekmeye başladım. Aslında balık ölü. Bütün Japonlar, korumaları, adamları Japonca bağrışmaya başladılar. Öyle havaya girmişim ki balığı kamışla birlikte bir çektim teknenin öbür ucuna uçtu. Güleceğim gülemiyorum. Elimde ölü balığı sallıyorum canlıymış gibi. Tutturdular "Bir kez daha" diye. Bu sefer kaşar peyniri taktım. Ama aşağıdaki aşçı durumu bilmiyor. Önüne olta tekrar gelince, bir balık daha takıyor ama takarken balığın gözünün tekini aceleden yanlışlıkla çıkartıyor.
BEN yine aynı sinema. Japonlar bağırışıyor. Kajima "Dur" dedi "Bak bu balık tek gözlü." O gece yemek yerken gerçeği anlatmak istedim ama adam inanmadı. "Yok" dedi "Sen biz tutmadık diye kendimizi iyi hissetmemiz için bu yalanı söylüyorsun." Adamı şaka yaptırdığımıza bir türlü inandıramadım.

Su kayağını karadaki otomobile bağladım

KRAL Faysal bana bir çift su kayağı hediye etti. Tabii sürat teknemiz yok. Ben de kayakları iple annemin Vosvos'una bağlardım. Direksiyona da bir arkadaşımı geçirirdim. Annemin haberi yok tabii. Otomobil gider, ben ona bağlı kalarak denizde kayak yapardım. Kıyı kıyı giderdik, direğe rastlayana kadar. Ortaköy'den başlar, annemin yalısına, Bebek'e kadar giderdik. Çok erken saatte çıkardık ki kimseyle karşılaşmayalım diye.
TABİİ çok düştüm, kaza geçirdim. Belim boynum büküldü, omzum çıktı. Sonra bir ara, "Ben niye kayak yaparken uçmamayım" dedim. Rahmi Koç bir çift kanat hediye etmişti. Bir sefer onunla havalanmayı denedim. 30 metreden suya kötü düştüm. Bu sefer bir süre mecburen su kayağından uzak kaldım.

Financial Times'ın içinde Red Kit okurum

BELİMDEN boynumdan rahatsızım. Uçakta uçarken boynumu mecburen arkaya yaslamak zorunda kalıyorum. Sıkılıyorum tabii. En sevdiğim Red Kit, Teksas, Tommiks falan okumak. First ya da Business Class'ta da işadamları ya tarihi roman okur ya da ciddi ekonomik kitaplar. Ben de Financial Times'ın içine Red Kit koyar okurdum. Ciddi gözükeceğiz ya. Bir gün Concorde'un içinde uçağın kalkmasını bekliyorum. Bir kadın dışardan bağırıyor "Orası benim yerim" diye.
MEĞER benim oturduğum 1A yeri için kavga ediyormuş. 1A meraklıları çokmuş dünyada. Ben de yerimi verdim, yan tarafa geçtim. Kadın meğer Ivana Trump'mış. (Donald Trump'ın eski eşi). Sohbet etmeye başladık. "Benim teknem sizinkinden büyük" deyince kadın inanmadı. Ben de Savarona'nın planlarını çıkartıp o daracık Concorde uçağı içinde kendisine anlattım. Tekneye davet ettim. İki kez Savarona'ya geldi. Miami ve Fransa'da. Oturduğunuz yerde susup kalmayacaksınız. Sosyal olmak lazım.Kaynak:Balçiçek PAMİR-Sabah GazetesiDenizHaber.Com
Diğer Haberler
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2004 Deniz Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0544 880 87 87 | Haber Scripti: CM Bilişim