Kaptan Cousteau'nun torunu Alexandra Cousteau, Su Sergisi için İstanbul'daydı. Dedesi ve babası gibi hayatını 'su'ya adayan Cousteau Et yemeyerek bile daha az su tüketebilirsiniz, diyor..
Fransız okyanus uzmanı, deniz subayı ve belgeselci Jacques-Yves Cousteau, bizim bildiğimiz adıyla Kaptan Cousteau'nun torunu, İTÜ'deki Su Sergisi vesilesiyle geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye geldi. Kendisi de dedesi ve babası gibi hayatını okyanuslara ve su kaynaklarına adayan Alexandra Cousteau, şu sıralar Blue Planet adlı projesiyle, dünyada su sıkıntısı çeken bölgeleri geziyor, araştırmalar yapıyor, fotoğraflar ve belgeseller çekiyor. Sergi sırasında görüştüğümüz torun Cousteau, Coca- Cola'nın bir alt markası olan Dasani'nin sponsorluğunda gerçekleştirdiği projesini ve yaşam kaynağımız suya dair önemli bilgileri paylaştı; dedesi ve babasıyla olan ilişkisinden bahsetti...
- Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
- Her şeyden önce ben çok farklı bir ailede büyüdüm. Dedem ve babam sürekli suyla ilgili araştırmalar yaptı ve belgeseller çekti. Ben dört aylıkken 'su'yla ilgili ilk seyahatime çıktım. Yürümeden önce yüzmeyi öğrendim. O yüzden suya karşı her zaman çok ilgim oldu. Ailem sayesinde her zaman, devlet başkanlarından suyla ilgili aktivistlere kadar her türlü insanla tanıştım, onlardan konuyu öğrendim. Bu da benim yaşamıma yön verdi.
YARGILAMAYI ÖĞRENMEK İSTEDİM
- Ne okudunuz?
- Siyaset bilimi. Washington'da, Georgetown Ünivesitesi'nde. Hiçbir zaman bilim adamı olmak istemedim. Ben analiz etmeyi, değerlendirmeyi, yargılamayı öğrenmek istedim. Ve siyaset bilimi, uluslararası ilişkilerde neden-sonuç ilişkisini kavramak açısından çok önemli.
- Kaç yaşındasınız?
- 32.
- Bugüne kadar neler yaptınız?
- Hiçbir zaman formal bir iş hayatım olmadı. İspanya'da dedemin filmlerini sunmakla işe başladım. Ondan sonra da hep sinema, yazarlık gibi alanlarda birtakım projelerle ilgilendim.Gelişmekte olan bazı ülkelerde sivil toplum anlayışını geliştirmek konusunda danışmanlıklar yaptım.
- Şu an çalıştığınız Blue Planet projesini biraz anlatır mısınız?
- Bu çok heyecan verici. Suyun yaşamımızdaki döngüsünü kavramak ve bu konuları araştırmanın insanlık için çok önemli bir hizmet olduğunu düşünüyorum.
- Tam olarak ne yapıyorsunuz?
- İlk önce Hindistan'a gittik. Ganj Nehri'nin Hindistan'daki toplumlar üzerindeki etkisini araştırdım. Daha sonra Ekvator bölgesinde Angola, Namibya ve Botswana'da incelemeler yaptık. Önümüzdeki hafta da Ortadoğu'ya gideceğim ve suyun çatışma kaynağı olmaktan çıkıp, bir araya getirmenin kaynağı olabilmesi yolunda neler yapılabileceği üzerine çalışmalar yapacağım.
SERGİYLE AYNI MESAJI VERİYORUZ
- Peki bütün bunların sonunda tek bir belgesel mi çıkacak ortaya?
- 100 günlük bir süreç bu. Sekiz farklı yere gideceğiz. Bu süreç içinde hem bizim web sayfamızda hem de projeyi destekleyen Dasani'nin web sayfasında videoları sunup bir heyecan yaratmaya çalışıyoruz. Ama sonunda ortaya çıkan bütün o görsel materyallerle daha uzun süreli filmler üretmeyi planlıyoruz.
- Suyla bu kadar içli dışlı biri olarak bu sergiyi nasıl buldunuz?
- Aynı sergi New York'ta da yapılmıştı ama ben burada görebildim. Serginin benimle aynı mesajı vermeye çalıştığını görünce çok sevindim. Su gezegeninde yaşıyoruz. Bu anlamda suyun bizi bir araya getirme özelliğini, sosyal, ekonomik, güncel yaşamımızdaki önemini anlatıyor bu sergi de.
İlk kez yedi yaşımda daldım
- Dedenizi Türk insanları da iyi tanıyor. Babanızı pek tanımıyoruz ama anladığım kadarıyla o da dedenizin işini sürdürmüş. İkisini de kaybetmişsiniz. Peki nasıl bir ilişkiniz vardı onlarla?
- Babam dedemin sağ koluydu. Birlikte çok belgesel çektiler. Bir seyahat sırasında, uçak kazasında babamı kaybettik. Pilottu aynı zamanda. Dedem ve babam benim için ilham kaynağı oldular. Ben yedi yaşımdayken dedem beni dalışa götürdü. Hayatımın çok önemli bir parçasıydı onlar. Çok fazla şey öğrettiler bana. Çok eğlenceli bir çocukluktu benimki.
Su konusunda durum vahim
- Şu an dünyada su kaynakları konusunda gerçekten çok vahim bir durumda mıyız?
- Evet. Dünyanın yaklaşık yüzde 70'i sularla kaplı. Ama bunun sadece yüzde 3'ü içilebilir, tatlı su. Ve bunun yüzde 2'si de aslında bizim ulaşamadığımız sular. Diğer taraftan Romalılar döneminde dünyadaki nüfus 300 milyon iken şimdi 7 milyar. Ve yapılan tahminlere göre bundan 25 sene sonra dünyadaki nüfusun yarısı suya ücretsiz ulaşamayacak.
- Peki bu duruma bir nebze olsun 'Dur,' demek için neler yapılabilir?
- Bir örnek vereyim. Himalayalar'daki buzullar, dünyanın en hızlı eriyen buzulları.
Bunların yok olmasıyla birlikte Ganj Nehri'nin sürekliliği tehdit altında. Muhtemelen önümüzdeki 10 yıllık dönem içinde Ganj Nehri, sürekli değil, yılın belli dönemlerinde akan bir nehir olacak. Şu an 400 milyon insan Ganj Nehri'nin etrafında yaşıyor. Ama bu durum sadece onların yaşamını doğrudan etkilemekle kalmayacak. Hintlilerin büyük bir kısmı Hindu inanışına sahip ve Ganj Nehri'ni tanrısal bir oluşum olarak görüyor. Hepsi de bu nehrin devamlılığına yaşamsal önem veriyorlar. Dolayısıyla bu döngü kırılıyor olacak.
- Mesela siz kişisel olarak ne gibi önlemler alıyorsunuz bu durum için?
- Su, sadece içtiğimiz bir şey değil.
Ulaşımdan tutun giydiğimiz şeylere kadar birçok alanda tüketimin içinde. Mesela et tüketimi çok daha fazla suyun harcanmasına neden oluyor. Bu nedenle ben vejetaryenim.
- Nasıl yani?
- Hayvanların suya ihtiyaçları vardır. Hem su içerler hem de onların beslenecekleri meraları yetiştirmek için su gerekir. Yani bir domatesi yetiştirmek gibi değildir. Mesela Avustralya'ya bakın, aslında büyük bir su kıtlığı var şu anda.
Ama Avustralya yurtdışına büyük miktarda şarap ihraç ediyor. Üzümün üretiminde, şarabın üretiminde, şişelenmesinde çok yüksek miktarda su harcıyorlar.
- Kimse bunun farkına varıp önlemini almıyor mu orada?
- Hayır. Dünyadaki hiç kimse bunun farkında değil. Buna 'sanal su' diyoruz. Örneğin pantolonumun üretiminde kullanılan su gibi.