• BIST 9486.56
  • Altın 4180.694
  • Dolar 39.2757
  • Euro 44.8202
  • İstanbul 19 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 22 °C
  • Antalya 23 °C
  • Muğla 24 °C
  • Çanakkale 20 °C

Birleşmiş Milletler Sadıkoğlu'nu dolandırdı

Birleşmiş Milletler Sadıkoğlu'nu dolandırdı
Türk gemi inşa sanayinin duayenlerinden Kahraman Sadıkoğlu, Deniz Haber Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı Recep Canpolat'a özel açıklamalarda bulundu.

Birleşmiş Milletler Sadıkoğlu'nu dolandırdı

Türk gemi inşa sanayinin duayenlerinden Kahraman Sadıkoğlu, Deniz Haber Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı Recep Canpolat'a özel açıklamalarda bulundu.

25 sene önce Erkal Tersanesi’ni satın alarak Türk gemi inşa sanayine giren Kahraman Sadıkoğlu, dünya jet sosyetesini Atatürk’ün yatı Savarona’da misafir etmesiyle tanınıyor. Türk gemi inşa sanayinde bir çok ilklere imza atan Sadıkoğlu, dünyanın en büyük kuru havuzunu Türkiye’ye getirip yüksek tonajlı gemileri inşa etmesi tersanecilikte bir dönüm noktası olarak biliniyor. Kahraman Sadıkoğlu, son dönemde Dubai Şeyhi Raşit El-Maktum’un ile ilişkileri, BM’nin şirketini olan 120 milyon dolar dolandırması, Sadıkoğlu Tersanesi'ni satmasının nedenleri ve Kemal Derviş’e ilgili iddialara varana kadar ve bir çok konuyu Deniz Haber Ajansı’na anlattı.

 

Türkiye’de Savarona yatı ve ünlü armatör Kahraman Sadıkoğlu olarak tanınan birisiniz. Gemi inşa sanayicisisiniz. Türkiye’nin en büyük havuzunu getirdiniz. Gemi inşa sanayinde çok önemli eserler yaptınız. Tersaneyi de Türkiye’de Kıran Grubu’na sattınız. Şu anda neler yapıyorsunuz?

 

Tersaneden evvel gemi işletiyordum. Ben Türkiye’de yapılanları değil yapılmamış olan şeyleri yapmak için mücadele ettim. Ben Tuzla’da 25 sene evvel tersane satın aldım. Ondan sonra da eski Erkal Tersanesi’ni satın aldım. Fakat maalesef Türkiye’de kısa vadeli planlar yapılıyor. Mesela koskoca Tuzla Koyu’nda 30 tane tersane yan yana her biri tersaneci. Yani bir tersane değil. Hepimizin altında arsalar var. Kore’de, Japonya’da bir tersaneyi arabayla gezmek bir günümüzü alıyor. Adamlar 4 tane 150 bin tonluk gemiyi bir senede veriyor. Biz 2 bin 500 tonluk bir gemiyi 2 senede veriyoruz. Aramızda korkunç bir mesafe var. Biz onu daha modern daha tersane havasına sokalım diye hep denize doğru çıkmalar yaptık. Koyu doldurduk. Fakat ne kadar çıkma yaparsan yap, hiçbir netice alamıyorsun. Çünkü arsan çok küçük. Arsa küçük olunca bir sürü insan kaynaklı kazalar oluyor. Çünkü parçaları üst üste koymaktan insanların rahatlıkla dolaşacağı bir yer kalmıyor. Biz Tuzla’da 5 bin-10 bin tonluk gemileri havuzluyorduk. Ama ben dünyanın en büyük havuzunu aldım. Şimdi 100 bin tonluk gemileri havuzlayabilmeye başladık. 100 bin tonluk gemiyi havuzlarken onun yanında da onun ek işi çıkıyor. 300 işçimiz varken, 700 işçiye çıktık. 700 işçimiz varken 1200 işçiye çıktık. Ve dünyanın en büyük yüzen havuzunu aldık. Bununla da 350 bin tonluk tankerleri havuzlamaya başladık. Bunun yanında hiç Türkiye’de duyulmamış offshore platformları yaptık. Rafineri gemisi yaptık. Dünyanın en büyük platformunu biz ve İtalyan Eni firması ve onun altındaki kuruluş Agip firmasına 8 ayaklı, 12 bin metre fuel oil ve gaz delebilecek platformu inşa ettik. Bunlar Tuzla’da bir hayaldi. Kimse böyle bir şey görmemişti. Biz bankaya "offshore platformu yapacağız teminat mektubu lazım diye" gittik. İki saat toplantıdan sonra banka müdürü bize offshore banka mı açacaksınız? dedi. Konudan o kadar uzaktayız ki, iki saat toplantıdan sonra "banka mı açacaksınız" dediler. Bu ham petrol denizin dibinden çıktıktan sonra bu orada başka bir gemiye aktarılıyor. Bu gemide o çıkan ham petrolü rafine ediyor. Yani rafine fabrikası geminin üst güvertesinde. Biz onu da inşa ettik. Daha sonra Türkiye’de ilk defa TPAO’ya Silivri’de ki jacketi yaptık. Yani Silivri’de alttan gelen gazı jacket sistemiyle 4 kilometre kpanu karadaki stok alanına verdik. Bunlar Türkiye’de hep ilk yapılan işler. Tuzla’da dolarla bir iş yapılmıyordu. Yani Tuzla’da çok büyük bir değişiklik yaptık. 1300 kendi personelimin dışında 700’de taşeron çalıştırıyorduk. Fakat Tuzla’nın tam karşısına 8 bin kilometre deniz sahilimiz varken gelip iskele kurdular. Tam Tuzla’nın girişinin ağzına yaptılar. Ağız küçüldü. Şimdide Tuzla’nın mendireğinin dışına da bir dolgu yapılıyor. Giriş ağzı tamamen küçüldü. Biz dünyanın en büyük gemi havuzunu aldık. 300 bin tonluk tanker gelsin diye. Şimdi tankerin kaptanı ben risk edip buradan geçmem diyor. O zaman büyük gemiyi alamadıktan sonra büyük bir tersane yapmışsın ne faydası var.

 

Bir anlamda kendi bacağınıza kurşun mu sıktınız? Yani gemi inşa sanayi bir yandan da intihar mı etti?

 

Evet kendi bacağımıza kurşun sıktık. Zaten tersanelere tersanenin işçilerinin gelip gitmesi bir problem olurken bu sefer önümüzdeki mendireğin dışına birisi çıktı toprak dolduruyor.

 

DENİZCİLİKTEN SORUMLU BAKAN KURU HAVUZU, HİLTONUN HAVUZU İLE KARIŞTIRDI

 

Peki bu konuda Denizcilik Müsteşarlığı, Deniz Ticaret Odası, Türk Armatörler Birliği veya Gemi İnşa Sanayiciler Birliği’ne itirazda bulunmadınız mı? Tuzla’da neden bunlara izin veriliyor? Bir anlamda Türk gemi inşa sanayini öldürüyor gibi bir serzenişiniz olmadı mı?

 

Oldu, fakat bu geçerli olmadı. Soğudum. Yani bir insan sabahleyin kalkarken işine zevkle gider. Ben yatırım yapıyorum dünyanın en büyük yüzer havuzunu aldım açılış yapıyorum Sayın Bakan geldi. Havuzun içinde bana havuz nerde diye soruyor. Tabi bu insanın moralini bozuyor. Denizden anlayan sorumlu bir Bakan eğer tersanede bir havuzun içindeyken havuz nerede diye soruyorsa o zaman bizim bu işi yapmamamız lazım. Acı tarafı o. Bizim Bakan yüzer havuzu Hilton Oteli’nin havuzuyla karıştırıyor. O zaman soğuyorsunuz. Bugün İtalya’dan buraya gelmesi Dünya Guinnes rekorlarındadır. 28 dönüm kara parçası bir ülkeden bir ülkeye geldi. Dünyanın en büyük römorkörü (40 bin beygir) arkasındanda, 6 tane römorkör eşliğinde Tuzla'ya getirdik.

 

Havuz şu anda ne durumda?

 

Şuan da Tuzla’da çalışıyor. Onu da devrettim.

 

 

Gemi inşa sanayiden çekildiniz. Şu anda Birleşmiş Milletler’in ihaleler sürecinde Irak’ta devam eden çalışmalarınız var. O konudan kısaca bahseder misiniz? BM’den körfezin temizlenmesiyle ilgili bir ihale aldınız. Orada ki batıkları çıkarmak için. Ve bugüne kadar da çok ciddi batıklar çıkardınız. Bu konuda biraz bilgi verir misiniz?

 

Irak’a ilk gidişimiz 1991 senesinde oldu. Irak hükümeti yetkilileri Türkiye’ye geldi. Bizim yetkililerle görüştü. Ve Türkiye’den bir firmanın batık gemi çıkarabileceğini duymuşlar. Çünkü bu batık çıkarma işi elinizdeki makine parkına olursa bağlı. Dünyanın aşağı yukarı üç dört tane vincinden bir tanesi bizde. 126 metre yüksekliği olan 2500 tonu bağlayıp 2500 ton yükü kaldırabilen ve kaldırdıktan sonra da istenilen yere bırakabilen vasıta bizde var. Ve Irak hükümeti bizimle temas kurdu. Irak’a, Bağdat’a gittik. Irak hükümetiyle 2001 senesinde 19 tane batık çıkarma anlaşması yaptık. Fakat 2003 yıllarında savaş oldu. 2000 seneleri ve 2002 senelerine kadar Amerika Irak’a bir ambargo koymuştu. Yapılan bütün projeler Birleşmiş Milletler’in onayıyla yapılıyordu. Irak’la mukabeleyi imzaladığımızda biz 3 ay sonra işe başlayacağımızı zannettik. Fakat New York bize onay vermedi. Ve "internete bakın sizin şirketin işi onaylanacak" dediler. Biz internete baktığımızda Irak’ta bütün iş yapmak isteyen İtalya, İspanya, Fransa, Yunanistan ve Türkiye yaptığı işleri ihaleleri almış orada onay bekliyor. Ve bizim onayımız 2003’ün Mayıs ayında onaylandı. Makine parkımızı 26 Mayıs 2003’te Irak’a götürdüğümüzde hala savaş devam ediyordu. İngilizler bütün Basra camiasını almışlardı. Amerikalılarda Bağdat kuzeyi almışlardı. Ve o zamanlarda bir hükümet yoktu. Geçici olarak İngiliz hükümeti Irak’ı idare ediyordu. Biz oraya gidip ilk liman olan Umm Kasır Limanı’ndan gemileri teker teker çıkarmaya başladık. Savaş bitti ama orada silahlar patlıyordu. Epey bir riskin altında çalışıyorsunuz. Aşağı yukarı 100 Türk personeli, 40’a yakında Irak personelimiz vardı. Fakat 19 tane geminin yerine biz, 34 tane gemi çıkardık. Biz 19 tane geminin mukabelesini Irak hükümetiyle yapmıştık. 19’dan sonraki ihaleleri de Birleşmiş Milletler mukabelesiyle yapmıştık. Ama 2003, 2004 ve 2005 senelerinde Kofi Annan’ın oğlu Kuveyt’te üç tane şirket kurdu. Aynı zamanda Irak Birleşmiş Milletler temsilcisi olan Michael Gotik’in oğluyla Kofi Annan’ın oğlu 5-6 tane şirket kurdular. Yapılmayan işlerin faturasını keserek petrol satılarak elde edilen fona 1.2 milyar dolar aktarıldı. Bunu da Birleşmiş Milletler kontrol ediyordu. Fakat bu skandallar olunca, dönemin ABD Başkanı Bush, Birleşmiş Milletler’in içinden 4 tane kontrolör koydu. Bunun başına da Christopher Boben diye bir adam geldi. Birleşmiş Milletler'de kötü kokular gelmeye başlayınca kontrol etsin diye 4 kişi atadı. Ve skandallar teker teker çıkmaya başladı. Ama para ortadan yok oldu. Hakiki yapılan işlerin parası bu paradan ödenecekti. Ama bu paradan ödenmedi. Yani 1.2 milyar dolar kayboldu. Ondan sonra Kofi Annan çıkıp skandalları kabul ederek istifasını verdi. Michael Gotil Irak’tan kaçarak Afrika’da bir yere yerleşmiş. Herkes onu arıyor bulamıyor. Biz 2004’ün sonunda gemileri çıkardık. 2005’te Birleşmiş Milletler’e bize parayı öde dedik. Bizim size ödeyeceğimiz para yok dediler. Gıda karşılığı petrol fonu Amerika hükümeti tarafından donduruldu. Biz paramızı Birleşmiş Miletler'den alamadık.

 

Sizin paranız oradan devredilirken sizin adınıza da mı fatura kesilmiş?

 

Ben kanalı temizledim. Öyle bir şey yok. Siz bir iş yapıyorsunuz alıyorsunuz yaptığınız işin faturasını kesip Michael Gotik denen Fransız adama veriyorsunuz. İlk önce Proje Müdürü bunu "gemi çıkmıştır" diye onaylayarak Michael Gotik’e veriyor. O da imzaladıktan sonra New York’a yolluyor. New York bana paramı ödüyordu. Ama bütün ödemeler Michael Gotik’in imzasıyla oluyor. New York’ta, Birleşmiş Milletler’in 60’ncı katında oturan adam orada yapılan işlerin farkında bile değil. Biz New York’a gittik bana borcunuz var diyorum, siz orada ne iş yaptınız? Orada gemi çıkarma işi mi yapıldı? diyor. Haberi bile yok. Kofi Annan’ın ya da Michael Gotik’in oğlu ne fatura kestiyse New York onu ödedi. Ama bir kuruşluk iş yapıldı mı? diye sormadı. Mesela 250 milyon dolar, kanalı derinleştirmek için para ödediler. Öyle bir şey yapılmadı ki. Bunu da dünyada yapan beş tane firma var. Dev gibi gemiler denizin dibini oyuyor. Ondan sonra çıkan çamuru atıyor. Sonra arkadan Birleşmiş Milletler UNDP'nin başına Kemal Derviş geldi. Türk geldi bize yardımcı olur, yol gösterir diye düşündük. Biz aşağı yukarı 9 ay New York’ta otel parası, avukat parası ödemekten dünyanın parasını kaybettik. Ama maalesef 2-3 sene boyunca görev yapan Kemal Derviş'ten bir fayda göremedik. Arıyoruz cevap vermiyor. Randevu bile vermedi. Hatta en sonunda bütün evraklar bir araya geldi. Bizim projenin başında olan Birleşmiş Milletler Proje Müdürü John Carley’i New York’a getirdim. Ondan sonra geçici İngiliz hükümetinin başında olan Peter Bingim’i onuda uçak parasını ödeyip New York’a getirdim ve UNDP’nin avukatlarıyla konuşturdum. Proje Müdürü işi yaptı niye Sadıkoğlu’nun parasını ödemiyorsunuz dedi. Hepsi ifade verdiler. Avukatlar oturup tamam dediler. Anlaşalım, 2007’de biz mahkemeye gitmeden bu parayı ödeyelim dediler. Fakat maalesef Kemal Derviş ödettirmedi. Ve biz Kemal Derviş’e ödemiyorsan bize mahkeme yolunu aç, onay ver dedik. Çünkü Birleşmiş Milletler’in dokunulmazlığı varmış. Sen müteahhite iş yaptır, parasını ödeme, böyle dokunulmazlık olur mu?

 

Ne kadar alacağınız var?

 

Faturalı olarak alacağım 12 milyon dolar. Birde onların işini yaptım diye benim makine parkıma 3 senedir Irak hükümeti el koydu. Benim esas büyük zararım orada. 117 küsür milyon dolarlık, yeni dava açıyoruz.

 

Birleşmiş Milletler, Sadıkoğlu’nu dolandırdı mı?

 

Aynen böyle. BM’nin avukatı, benim avukatımıza biz parayı ödemeye hazırız ama bir Türk bir Türk’ün işini bitirmek istemiyor diyor ve bunu Kemal Derviş için söylüyor. Böyle şey olur mu?

 

BENİM KAPICIMIN YETKİSİ KEMAL DERVİŞ'TEN FAZLA

 

Yani Kemal Derviş’in orada görev alması sizin zararınıza oldu.

 

Evet beni zarara soktu. Ben geçenlerde kendisini bir yerde gördüm. Benim tersanedeki kapıcımın yetkisi senden daha fazla dedim yüzüne. Bir Türk gelmiş oraya bir merhaba de. Torpil istemiyoruz. Sadece diyoruz ki paramızı vermiyorsan, ödeyemiyorsan lütfen bize   yolunu aç, onayını ver diyoruz. BM 70 katlı, belki 10 bin kişi çalışıyor. Senin o binanın içine girmen bir mesele. Ayrıca hangi departmana gideceğini hiç bilemiyorsun. Biz harpte bugün Irak hükümetinin bütün gıdası 100 tane işçinin sayesinde gerçekleşiyor. Biz Irak'ın 3 limanını açmış bir firmayız. Bugün aşağı yukarı 70 tane geminin her ay yük boşalttığı üç limanı açtık. Kanal temizleme de yaptık. Şimdi aşağı yukarı 12 bin kişi benim açtığım limandan ekmek parası kazanıyor. Ama zarara soktu beni. Ben hayatımda, bu Kemal Derviş kadar, ne kokar, ne bulaşır, bir adam görmedim. Biz borç istemiyoruz, mahkeme yolunu aç diyoruz. Mahkeme bana haksızsın desin o zaman tamam. Paramızı unutalım. Ama haklıysam da benim paramı ver. Ben senin yüzünden mukavele değişikliği yaptım. Irak hükümetine sormadın, sonra sen kaçtın, Irak’ı terk ettin. BM’de kaçtı Irak’tan. Çünkü herkes soydu diye yazdı. Bugün BM, Amerika hükümetine 296 milyar dolar harcadım diyor. 296 milyar dolar bir ülkeye harcanırsa o ülkede bir hastane görürsün, bir üniversite görürsün, bir bina görürsün. Hiçbir şey yapılmamış. Gene 8 saat elektriği yok, gene suyu yok. Ne yapıldı Irak’ta. Bu 296 milyar dolar nakitten başkada adamın fuel oilini aldınız. Ham petrolünü soydunuz. Ne yapıldı hiçbir şey yok.

 

 

IRAKLILAR YAVAŞ YAVAŞ HAKİM OLMAYA ÇALIŞIYORLAR

 

Şimdi işlere yavaş yavaş Irak Hükümeti el koyuyor. Bütün Amerikalıları uzaklaştırdı. Galiba 2011’de tamamen ilişkisini kesecek. Bundan evvel kesti. Yollarda artık Amerikalı görmüyorsun. Hiç Amerikalı konvoy Iraklı halka karışamıyor. Onları tamamen yok etti. İngilizler Umm Kasır’ı terk etti. Şimdi Irak hükümeti kendi polisini, kendi askerini kurdu. Gayette güzel oturtturdu. Yavaş yavaş Basra’yı, Musul’u düzeltti.

 

Kaçırılarak birde hayati tehlike yaşadınız. Kimler tarafından kaçırıldınız?

 

Tamamen çapulcu takımı kaçırdı. Halktan, parasızlıktan. Irak halkı Amerika’nın gelişine iş verecek düşüncesiyle çok sevindi. Bremer diye bir adam geldi. Askeri, polisi dağıttı. Bir ülkenin polisini askerini dağıtırsan, hazırlık yapıp, onun yerine birilerini koyman lazım. Koyamadılar. Koyamayınca muazzam bir boşluk oldu. Bu sefer gruplar ayaklandı. Ve kalkıp adama 100 dolar maaş vermedi. 2003’te Bağdat’ta Saddam’ın heykelini yıkarken, halkta ipi beraber çekti. Halk kurtulduğuna sevindi. Çünkü bir kısmı maaş alıyordu, diğer taraf sefilleri yaşıyordu. Dünyanın ikinci zengin ülkesinde çocuklar, açlıktan ölüyor. Bugün hiç kuyu kazma, petrol kendi kendine fırlıyor. Maalesef hep plansız ve programsız işler yaptılar. ABD'nin Irak temsilcisi Paul Bremer, ülkeyi mahvetti. Belki savaş için bir program yapılmış ama savaştan sonra ne yapılır diye hiçbir program yapılmamış. 18 yaşında bir çocuğu Bağdat’a göndersen bir plan yapardı, o plana göre de uygulanırdı. Saddam’ın zamanında ki Bakan benim gemime geldi. Ben adamı hatırlamadım. 2001’de olmuş, sene 2005. Benden 50 dolar istedi. Ben istediği parayı 50 bin dolar anladım. Ben tanımadım adamı sonra o ben Müsteşarım diyince hakikaten ben adamın odasında üç gün mukaveleyi imzalasın diye beklemiştim. O kadar para yanımda yok ama Kuveyt’e gideceğiz personelin maaşlarını alacağız artan para olursa size veririm dedim. O da Basra’ya gidecek param yok dedi. İsterseniz gemide kalın dedim. O 50 doları tekrarlayınca affedersiniz 50 dolar mı istiyorsunuz dedim. Evet, 6 çocuğum var ekmek param yok, ben Saddam’da memurum dedi. Ben Saddam yıkılınca işim yok, bir ticaret yapmıyorum ki, ben Müsteşardım dedi. Saddam gidince Amerikalılar bize 50-100 dolar maaş bile vermediler dedi. 6 çocuğuma yemek getirmek için ya hırsızlık yapacağım, ya da bir yeri soyacağım dedi. Haklı. Amerikalı orada 5 mercedesle, 20 korumayla gezerken, adam orada çocukları için ağlıyor. Bende çıkardım cebimden bin 500 dolar verdim. Ama bu arada adamın fuel oilini götürüyorsun, adamın müzelerini soyuyorsun. Bir tane müze parçası New York’ta 58 milyon dolara satıldı. Ve altında da "Bağdat’ta caddede bulunmuştur" diye yazı yazıyor. Müze parçaları caddede mi bulunuyor yani. Irak’ta sokakta silahlar satılıyor. ABD'nin getirdiği silahlar. Silahlardan 4 tanesini benim personelim satın aldı. ABD çıkıyor silahlar kayboldu diyor. Niye kayıp? Senin adamın sattı bunları. Şimdi onlarla bizim Mehmetçiği vuruyorlar. İşin hakikati, acı tarafı bu. Benim gemi personelim 600 dolara 4 tane satın aldı.

 

Şu an Irak’ta neler yapıyorsunuz?

 

Birleşmiş Milletler’i 2004’te tamamen fiyasko diye Irak hükümeti attı. Onun yerine Irak hükümeti kendi hükümet parasıyla gemileri çıkarıyor. Bir de Japon hükümetinden 1-2 milyar dolar kredi aldılar. Galiba 2010’da 2 milyar dolar daha gelecekmiş. Irak’ın modernizasyonu için. Limanların vinçleri, rıhtımların yeni yapılması. Bugün Irak’ta Basra en önemli şehir çünkü tek açık kapısı o. Bütün gıda, inşaat malzemesi bunların hepsi gemiyle geliyor. Çıkın limanın dışına bakın 40 tane gemi limanda bekliyor. Her ay bir gemi çıkararak 200 metre limanı açıyoruz. 2.5 kilometrelik rıhtımları tamamen açtık. Biz 8 aydır kanaldaki 8 gemiyi çıkardık. 60 bin tonluk gemi içeri girerken liman heyetinin sevincini görün. Limanda 12 bin kişi çalışıyor. Dışarıda belki 3 bin tane kamyon yük bekliyor. Şoförleri, onların çocuklarını düşünün. Birde yükleme boşaltma yapanlar var. Günlük 5 dolar için çalışıyorlar. Ben oraya gittiğimde yanında halk yürüyor.

 

Anlaşmaları Irak’la yapıyorsunuz. Kaç gemiyi çıkarma anlaşmanız var? Birleşmiş Milletler ayrıldıktan sonra bugüne kadar kaç gemi çıkarttınız?

 

Şu an 2 tane kaldı. Birleşmiş Milletler anlaşmasına kadar 32 gemi çıkardık. Ondan sonra da 14 gemi çıkardık. En son 6 gemi daha çıkardık. Şimdi 7 tane daha bu ayın 15’inde Japonların kredisiyle olacak olan bir ihale var. Toplam tonaj aşağı yukarı 3 bin 500 saç ağırlığı ile 5 bin 500 ton saç ağırlığı arasında gemiler. Ama burada sırf geminin ağırlığı önemli değil. Geminin içinde 5-10 senedir olan çamur geminin ağırlığından çok daha fazla. O çamurları yıkıyorsunuz. Birde görüş sıfır. Dalgıçlar el yordamıyla gemiyi buluyor, zinciri kesip kaldırıyor. Hiç ölüm olmadı çok şükür. Mesela Amerikalılar bir gemi çıkarmak istediler iki dalgıç öldü. Çamurun altında kaldılar. Sonra da bıraktılar bu işi. Uzmanlık isteyen bir iş. Amerikalılar 200 milyon dolarlık işi taşerona 5’e verdi. Beklemeden 250 milyon doları aldı gitti. Ama kimsede gidip bakmadı. Adam ne söylerse onun faturası. Haftada 125 milyon dolar taahhuk edilir mi? Ben mesela BM’de paramı 45 gün bekliyordum Amerikalılar faturayı kesip ertesi gün parayı alıyordu Amerika ödüyordu.

 

Kaçırılma olayından biraz daha bahsedebilir misiniz?

 

Biz hep gemide kalıyorduk. Fakat o gün toplantı için Basra’ya gittik. Uzun sürdü toplantı. Hava karardı. Orada araba için seni öldürüyorlar. Yeni bir cipi görünce çıldırıyorlar. Ben kaptanım, şoförüm ve tercümanımla otelde kaldık. Otelden çıkınca polis arabası bizi durdurdu. Arabaya biner binmez kafamıza siyah örtüleri geçirdiler. Yanımdakileri bir ay sonra bıraktılar. Amerikalılara yardım edersem boynumu kesecekler, İngilizlere yardım edersem, beni kurşuna dizecekler bir sürü senaryo yaptılar. Kaçıranlar oradan çapulcu 8-9 kişi, tabanca tutmasını da bilmeyen, örgütle alakası olmayan kişiler. Tam parayı ödeyeceğimizin planını yaparken adam parayı gelip almaya korktu. İki haftada öyle kaybettik. Dedim şu şekilde organize et diye. Sen mi beni kaçırdın? Ben mi seni? Tam bir zavallılardı. Yemek yemelerini görseniz. Hatta yanımda beni kaçıran namaz kılıyordu, ben ona bir tekme attım. Çık dışarı, namaz kıl dedim. Sen beni kaçırıyorsun sonra da, Allah’a dua ediyorsun. Bu Müslümanlıkta var mı? Anladım ki bunun patronuna sormadan beni vuracak hali yok. Sonra tam parayı verirken ‘Sen beni nasıl buldun da kaçırdın’ dedim. Ben makine parkıma el koymak için ihaleden dolayı yapmak istiyorlar diye düşündüm. Bizim kaldığımız otelin resepsiyonundaki çocuğa demişler ki; ‘Sana 2 bin 500 dolar vereceğiz, otele gelen yabancıları bize haber ver.’ Meğerse onlarla ortaklık eden ecnebiyi otelden kaçırıyorlarmış. 2003-2009 yılları arasında 22 bin kaçırma olayı var. Bugün Irak’ta en güzel iş adam kaçırma...

 

Ne kadar para ödediniz?

 

Her şeyi 1 milyon dolara mal oldu. Çünkü personelin maaşı yanımızdaydı. Irak’ta 2003’te banka yok, para arabada duruyor. Siz parayı Kuveyt’e transfer ediyorsunuz. İngiliz Hükümeti Umm Kasır Limanı, Kuveyt’in sınırı zaten. Oradan arabayla bir saatte Kuveyt’e geliyoruz. İngilizler, orada kısa bir yol açmışlar. Kuveyt’ten parayı alıyorsunuz, geliyorsunuz personelinize maaşını dağıtıyor, aldığınız malzemenin parasını ödüyorsunuz. Aşağı yukarı orada bir ayda 200-220 bin dolarlık bir masraf var. Irak'taki çark böyle dönüyor.

 

O zaman elinizdeki çantayı da gasp ettiler…

 

Evet, paramı gasp ettiler. Ayrıca polisler de o örgütle anlaşmış. Polislere de 5 bin dolar vereceklermiş. Tabii polisler 200 bin doları nakit bulunca o örgüte gitmeden, onlar da Ürdün’e kaçmışlar. Onlar da parayı alıp gitmişler. ‘Benim pasaportum nerede, çantam nerede?’ deyince adam da bana ‘Ne çantası, ne pasaportu…’ dedi. Sonradan anladı ve söyledi. Meğerse onlar iki gün önce Ürdün’e kaçmışlar. ‘Biz onları bulacağız’ dedi ama bir daha bulunamadı. Bazıları ‘Yok Kahraman kaçırılmadı’ gibi konuşmalar yaptılar. Ben orada beni, "bu adam niye öldürsün" diye düşündüm. Ben adamı soymuyorum, adamın memleketinden bir şey çalmıyorum; ben adama memleketinde hizmet ediyorum. Yani beni öldürmesi için bir sebep yok. Sonra konuştukça bunun ne şirketle, ne de ihaleyle alakası olmadığını anladım. Yok, Amerika’ya ben yardım ediyorum, İngiliz’e gibi… Alakası yok, tamamen maddi çıkar. Fidye teklifi 25 milyon dolardan başladı. Ben de dedim ki; “Amerika Cumhurbaşkanı Saddam’a 20 milyon dolar verdi. Ben daha mı önemli adamım Saddam buradayken?” Sonra bir milyon dolara düştü. Biraz daha pazarlık etsem 300’e de bitirecektik işi. Çünkü bunlar iki ayın sonunda birbirlerine girmeye başladılar. Adam kaçırmak kolay değil, yakalanırsan müebbet hapse gireceksin. Orada İngilizlerin açtığı bir hapishane var. Belki şimdi "o hapishanede bulunanların yüzde 70’ini idam edecekler" diyorlar. Adam kaçırmak orada ağır suç.

 

Onun dışında Dubai’de El Mahdum hadisesine gelecek olursak onun bir yatını inşa ettiniz. Sonrasında sizin Savarona yatında bir hadise meydana geldi, El Mahdum’u kovdunuz. Hukuki olarak bütün alt yapısında sizin haklı olduğunuz halde alacağınız konusunda sizi tutuklattırdı. Uluslararası Mahkeme’de de El Mahdum’un yatına el koymak için Dubai’den çıkmasını bekliyorsunuz. Ondan ne kadar alacağınız var, bu konuya da açıklık getirebilir misiniz?

 

Ağızdan ağza geçince hakiki konu değişiyor. Siz en son dakika dinlerseniz bunu ben mi yaptım diye düşünüyorsunuz. Olay değişik bir biçimde eklemelerle önünüze geliyor. Bizim esasında Şeyh Mahdum ile hiçbir problemimiz yoktu. Hatta Şeyh Mahdum çok efendi bir insan. Bizi Dubai’ye çağıran Sultan bin Süleyman diye bir adam. Yani size şöyle söyleyeyim; Şeyh Mahdum’un altında yirmi tane adamı var. Bu yirmi tane adamın bir tanesi Emirates'i idare ediyor, bunun başında bir İngiliz var mesela. Bir tanesi başka bir şeyi idare ediyor, bir tane de Lekel diye bir grup şirket var. Bütün villaları, adaları, evleri yapıyor. Onun başında da Sultan bin Süleyman diye bir adam var. Bizi bunlar çağırdılar, ‘Her şartta gelin bunu Dubai’de yapın, ne isterseniz ödeyeceğiz, yapacağız’ dediler. Neticesinde de biz Dubai’ye bin 600 işçiyle gittik. Tersane olmayan bir yerde, yüzer havuz aldık. Bu yüzer havuzun içerisine tekneyi koyduk, havuzun üzerini tenteyle kapattık. İçerisi 50 derece oluyor çünkü... Geminin içerisinde kaynak yaparken sıcaklık 63 dereceye çıkıyor. Kaynakçı kaynak yaparken bayılıyor. Tenteyle kapattıktan sonra içerisine klima taktık. Bir sene dört ay içerisinde dünyanın en büyük yatını Türk işçisi, Türk mühendisi bu adama yaptı. Tekne boyama safhasına geldi. Bu arada da iki-üç ayda bir Şeyh Mahdum tekneyi ziyarete geliyor. Ben de ona dizaynını, resimlerini gösteriyorum. Çok efendi fakat hayatı boyunca işlerle çok ilgilenmemiş bir insan. 400 tane atı olan, bütün hobisi at, golf ve beş tane de hanımı olan, çok rahat bir şekilde idare eden, yani işinde detaya girmeyen bir adam. Türkiye'de böyle patronlar da vardır, böyle yat sahibi de var. Adamın yatı var, içerisinde ne olduğunu, hangi makinenin olduğunu bilmeyen Türk armatörler de var. Biz denizci bir ülkeyiz; ama denizciliğinde d’sini maalesef bilmeyen bir ülkeyiz. Neyse biz konumuza dönelim. Dediler ki bize; ‘Aman sen ada yap.’ Biz ada yapan firma değiliz. ‘Yok, yok, sen çok güzel organize ediyorsun, bize ikinci adayı yap dediler. İhalesiz işi bize verdiler, Şeyh Mahdum kendisi verdi. Biz ne yaptık, geldik Türkiye’ye. Burada senelerini vermiş STFA var. Rıhtım, mendirek yapan, Sezai Türkeş ile masaya oturduk. Sezai bana 60 kişilik bir grup yaptı. Başka evler yapılacak. Evle ilgili Mehmet Karamehmet var, Baytur Şirketi var. Onu getir, bunu getir, Koç’u getir; maden ocağı var, taş taşıyacaksın… derken bir grup toplandı. Ada yapacağız Sultan bin Süleyman bize taş vermiyor. ‘Ada nerde Sultan, taş nerde?’ dediğimizde de ‘Eh, taşı şuradan alacaksın’ diyor. İyi ama orada su yok, 10 bin tonluk taşı yüklemek için römorkör nasıl girecek? Malesef Dubai'de plansız, programsız işler yapılıyor. 

 

Bu beceriksizliğin sorumlusu Sultan Bin Süleyman mı?

 

Tabii ki Sultan bin Süleyman'ın beceriksizliğinden. Hatta projesizlikten. Bir işi yapmadan evvel o işin bir projesinin çıkması lazım. O projenin onaylanması lazım. Neden mimar, mühendis var? Neden Planning (Planlama) yada Kalite-Kontrol diye bir departman var? Demek ki bu departmanların hepsinin o projenin içerisinde bir faydası var. Biz planning yapan departmana 5 bin dolar veriyoruz. Adam bana malzeme vermiyorsa bu adamı tutmanın faydası yok ki, olmuyor o zaman. Bunlar ‘İnşallah, maşallah!’ Ama işler böyle yürümüyor ki! Bunun içerisindeki tabloyu bile Almanya’dan özel getirttik. Normal Migros’tan, Carrefour’dan gibi marketten satın almıyorsun ki… Kullanılan malzemelerin hepsi Llyod tarafından tasdikli olması lazım. Şimdi ne oldu? Burj Al Arab Hotel 300 milyon dolara çıkacaktı, bir milyar dolara çıktı. Çünkü bir bina çıktı, beş kat. Sonra dediler ki ‘Temel çöktü.’ Bıraktılar o beş katlı binayı geldiler yanına bir tane daha yaptılar. Bu sefer hakiki Burj Al Arab Hotel meydana çıktı. Burj Al Arab Hotel’in maliyeti 1.1 milyar dolar, dünyanın en pahalı oteli. İçerisinde de hiç bir şey yok, kırmızı kırmızı renkler. Yani bir gün otelin içerisinde kalamazsın, o kadar da kötü bir yapı. Şimdi bir anda 650 milyon dolara çıkan Palm Island 2.8 milyar dolara çıktı. En üst katta Pent House sattılar, ana bina üç katlı olacaktı. Proje üç katına katlanınca, zarar edince bu sefer üç katı dokuz kata çıkarttılar. Bu sefer insanlar da ‘Yahu ben en üst katı satın almıştım, bana en alt katı verdiniz. Paramı geri iade edin’ dediklerinde de ‘Hayır paranı yüzde 30 yakarız’ diyorlar. Ama bunlardan Şeyh Mahdum'un hiç haberi yok. Şeyh Mahdum ‘Affedersiniz, ben bir yata 250 milyon dolar para ödedim. 2003’te bitecekti, 2009 oldu bitmiyor. Ne oldu acaba?’ diye bunu sormuyor. 'Niye benim Palmiye Adası 650 milyon dolara mal olacaktı da 2,5 milyar dolara mal oldu?' demiyor. Şimdi 85 milyar dolar deniliyor, hakikisi 127 milyar dolar vadeli borcu var adamın. Sultan Bin Süleyman’ın başında olduğu Lekel Şirketi’nin ise 27 milyar doları var. Bunların haricinde de İngiltere’de, Miami’de, Güney Fransa’da ve Türkiye’de de borçlanmış durumda. İngiltere’de 2.7 milyon sterlin borcu var, bugün Şeyh Mahdum Dubai’den çıkamıyor, İngiltere’ye gidemiyor.

 

Sebebi nedir?

 

Çünkü el koyacaklar. Şimdi Londra’daki oteline el koymaya başlıyorlar, her şeyini satacak. Ama satacak bir şeyi kalmadı. Mesela geçen hafta Mehmet Karamehmet’in adamı Baytur’un müdürünü içeri aldılar. Aynı hadiseyi bana da yaptılar. Bana dediler ki ‘Altı aydır bana para ödemiyorsun.’ MNG öyle, bütün müteahhitlere borcu var ama kimse sesini çıkaramıyor. Adam durdu, beş aydır bana para ödemiyorsun, ben bin 500 işçinin parasını ödüyorum.

 

Peki, sizin şu anda orada çalışan personeliniz var mı?

 

Benim şu anda yok. Ama ben çıkarırken bütün işçilerimin pasaportlarına el koydular. Hayır dediler, ‘Ödemeyi yapana kadar çalışacaksın.’ Ben ödeme yapılana kadar nasıl çalışayım? Bin 700 işçinin Avrupa’da maaşı iki milyon dolar her ay. Ben beş ay bunu karşılamışım, beş ay sonra bunu karşılayamıyorum. ‘Ben duracağım’ dedi. Durduğun zaman akşam gelip seni evden alıp içeri atıyorlar.

 

Makdum ailesinin bir ferdi ile Savarona'da bir olay oldu. Bundan bahseder misiniz?

 

Savarona’daki hadise Şeyh Mahdum ile değil, gene bakın altını çizerek söylüyorum. Şeyh Mahdum çok efendi, çok iyi niyetli bir insan; fakat işin başında olan insan değil. Bugün artık Dubai diye bir şey kalmadı. Dubai’nin yüzde 60’i Şeyh Zaid’in, Abu Dabi’nin. Esas Şeyh Zait, ölmeden evvel bütün yedi tane Emirlik vardır. Yedi Emirliğe para gönderir. ABU Dabi'nin dışında bütün emirliklerde bir gelir yok. Çünkü Abu Dabi’nin petrolü de yoktur. Bütün herkes Dubai’nin petrolü var der. Dubai’nin ne petrolü var, ne gazı var hiçbir şeyi yok. Dubai’nin iki geliri var; birincisi Jebel Ali Limanı, ikincisi turizm. Birer milyar dolardan hesaplarsanız ikisinden toplam iki milyar dolar geliri var. Başka hiçbir geliri yok. Bütün gelir Abu Dabi’nindir, Şeyh Zait’indir. Çünkü Abu Dabi’nin petrolü ve gazı var. Şeyh Zait yedi Emirliğe her sene para verir. Birine beş milyar dolar verir, birine üç birine iki. Neyse onun miktarını bilmiyorum. Şeyh Zait hayattayken Şeyh Mahdum’u çok seviyordu. Çünkü Dubai reklam yapıyordu. Emirliği dünyaya tanıtıyor diye, yaşlı adam 85 yaşında Şeyh Mahdum’u seviyordu. Fakat baba gitti, oğlanlar geldi. Oğlanlar dediğimde küçük değil; 47-48 yaşındaki kişiler. Bunlar Savarona’yı iki üç sene hep Charter’a tutan insanlar, oradan tanıyorum onları. Güney Fransa’da, İtalya’da, İspanya’da hep Charter’a alan Şeyh Zait’in oğulları. Şimdi dikkat edin, Abu Dabi’de üç senelik kıpırdanma var: Tekne yarışları, Formula-1 yarışları, marinalar… Çünkü gençler Abu Dabi’ye yatırım yapmaya başladı. Çünkü Abu Dabi’nin bir korkusu yok; 24 saat petrol, gaz basıyor. Adam bugün beş milyar dolar harcasa yarın bir beş daha harcar çünkü geliri var. Ama bunda bir gelir yok, hep borçla yapıyor. Ne yapıyor? Burj Al Arab’ı 350 milyon dolardan bir milyar dolara çıkınca baba Şeyh Zait ‘Bana para ver’ dedi. Tamam dedi Şeyh Zait ver parayı, al Burj Al Arab Hotel’i üstüne. Emeraid Tower, para mı istiyorsun, al dedi. Gitti binaları, otelleri aldı. İki ay evvel geldi on milyar dolar istedi. Geldi Emeraid Line aldı. Şimdi Dubai’nin 86 milyar dolarlık (bana göre esası 127 milyar dolar) paranın karşılığı yok artık. Neyini vereceksin? Ama yine Şeyh Zait bunu düşünmeyecek, o yine buna bir formül bulacak. Aileyle batırmayacaklar Dubai’yi. Yeniden bir garanti olacak, yeniden bir şeyler bulacak toparlayacak. Ama toparlarken de ‘Sen artık benim dediğimden çıkmayacaksın’ diye Dubai’ye bağlayacak ayağı. Mesela parmağıyla Palm Island’da ev alanlara Dubai oturma müsaadesi veriyorum dedi. Herkes İranlı. Çünkü İranlı kendi İran pasaportuyla Avrupa’yı, Amerika’yı dolaşamıyor ama Dubai’den oturma müsaadesi alırsa o zaman bütün Avrupa’yı, Amerika’yı dolaşır. Dolayısıyla bütün İranlılar oradan ev aldı. Fakat Şeyh Zait bunu kabul etmedi. O zamanda bütün alanlar perişan oldu. Şimdi Abu Dabi’den pasaport değil, senin burada oturma müsaaden vardır diye damga basıyorlar. Pasaportu veremediler. Mesela dikkat edin Burj Al Arab Hotel’inin bütün plakalarda resmi vardır. O plakalı arabalar Suudi Arabistan’a giremezler. Çünkü Burj Al Arab Hoteli’ni dizayn eden Amerikali mimar ‘Ben hayatımda hayalimi gerçekleştirdim’ dedi. Denizden Burj Al Arab Hoteli’ne bakın bir haç işaretini göreceksiniz. Burj Al Arab Hoteli’nin dikkat edin bütün fotoğrafları karadan çekilmiştir. Şişik gövdesi; ama deniz tarafından bakarsanız bir sivri bıçak gibidir, üstündeki restoran ise hac gibi oturur. ‘Ben dünyada en büyük binayı bir Müslüman ülkesinde yaptım’ dedi. Ama o mimar artık Dubai’ye giremiyor, o restoranı da kırmak istiyorlar. O kadar yüksek vinç olmadığı için de kıramıyorlar. O restoran yukarıda 276 metrede kaldı şimdi. Mesela bir Fransız var Amerika’da Miami’de yaşıyor. Dünyada yatlara tek deniz altı yapan adam. Beş milyon dolara yat satıyor. Sultan Bin Süleyman çağırdı bu adamı. ‘Gel Dubai’de binanı yap. Beş milyon dolar sen koy, beş milyon dolarda ben ekleyeyim denizaltılarını yap. Palm Island’ta insanlar denizaltıyla gezsinler.’ Adam geldi, beş milyon dolar koydu, ama sıra Şeyh’e geldiğinde ‘Hayır, yok’ dedi. Olur mu, hani anlaşmada konuşmuştuk, dediler. ‘Sen koyacaksın’ dediler. ‘Ben benimkini koydum’ dedi adam, aldılar attılar içeri. İki ay adam hapiste kaldı. İki ay sonra demiş ki, parayı koyacağım diye söyleyeyim. ‘Tamam demiş ben koyacağım.’ Çıkmış hapishaneden 100 bin-200 bin böyle binayı yaparken bir arkadaşını getirttirdi. Açıkta motorla dururken bu da dalgıç elbisesini giydi. Daldı denizin dibine, tekneye binip Mısır’a gitti. Çünkü pasaportunu alıyorlar. Benim de pasaportum yok, işçinin de pasaportunu alıyorlar, çıkışı men ediyorlar.

 

 

DUBAİ TAM BİR AÇIK HAPİSHANEDİR

 

Şimdi gidin oraya, bütün işçilerin hapishane otobüsleriyle gidip geldiklerini göreceksiniz. Mesela orada Rus kızları çok meşhurdur ama Rus kızlarının pasaportlarını Dubai’de alırlar. Kız 20 milyon dolar kazanır, 20 milyon doları Arab’a verir, sonra pasaportunu geri alır. Resmen bir köle! Dışarıda gözüken Dubai hakiki bir Dubai değil. Bakın biz oradayken dört tane Rus kızını balkondan aşağı attılar; ama gazetede yazılmadı. Arap attı kızı balkondan aşağıya, beraber olmayınca atıyor aşağıya. Sanki çöp atar gibi ve o kızların caddede dolaşması yasak. Gece kulüplerinde duruyorlar, evden de gece kulüplerine gidiyorlar.

 

Basında krizle ilgili olarak da herhangi bir yazı yazmadılar.

 

Bu krizde kendileri hata yaptılar. Kendileri New York’a gittiler. Hayali bir World yapılacak, hisse satışı. Ama dediler ki; ‘En altına da biz öbür hisse satışından on dört milyarımızı ödeyemeyeceğiz, bir sene uzatmak istiyoruz.’ Çünkü bunu dersen mesela sen şimdi git bir uçak bileti al. Uçak biletinin arkasında da küçücük yazılar yazar. Ama sen hiçbir zaman o yazıları okumazsın. Onun yerine bilette adını, zamanını vs. kontrol edersin. Ama orada yazılı kuralları okumazsın. Bunu halk bilmiyor, ancak bankacılar biliyor. Dünya, market, piyasacılar biliyor. Amerika’da dedi ki; ‘Sen on dört milyar doları ödemeden bir daha nasıl halktan para toplamaya çıkıyorsun?’ diye New York bunu patlatınca; çünkü onlar bunu anons edip bayrama girip bayramdan sonra bunu yutturacaklardı. Ama New York buna uyanınca ve New York Borsası bunu söyleyince iptal oldu. Bu bir dolandırıcılıktır. Ama Şeyh Mahdum’un ben bunlarla hiçbir alakasının olmadığını da biliyorum. Adam ‘Bir milyardan iki milyara neden çıktı?’ diyor; adama ‘Efendim rüzgârlıydı’ diyor. O da ‘Hmm peki öyle mi? Rüzgârlıysa rüzgârlı’ diyor. Yahu ben 300 milyon dolarlık bir yat yapacağım da, her hafta sonu bir uğrarım tekneme. Nasıl gidiyor, bir mimara sorarım; ‘Kızım ne yapıyorsun, bu döşemeyi buraya mı koydun?’ diye ufak bir soru sorarım. Adaya gider gezerim; ama onda yok.

 

Zannedersem bu yatırımdan da alacağınız var

 

Yat ve adadan alacağımız var. Bir ada var Palm Island-1 dedikleri, Burj Al Arab Hotel’inin yanında; bir tane de liman dedikleri Jebel Ali Limanı var ya, o limanın önündekini biz yaptık. Dünya haritası olan The World o ayrı bir konsept. İki tane palmiye ağacı düşünün, bir de dünya haritası düşünün. Dünyanın üstünde villalar var, bunlarda apartman katı var; bir de palmiyenin kollarında villalar var. Bizim yaptığımız Jebel Ali Palm Island’ı yapmaya başladığımızda ben STFA’nın ekibini kullanmaya başladım. STFA Sezai Bey, Fevzi Bey dünyada mendirek için kitap yazmış firmalar. Dünyanın bugün tek firmasıdır. X kişi bana dedi ki, ‘Dedenle çalışan bir profesör var Kahraman ağabey, onu da yanına al, hesapları o inceler.’ Biz o profesörü de aldık. Beş bin dolarda adama maaş verdik, ayda bir kere geliyor yalnızca bir hafta. Şöyle bir baktı, Kahraman dedi ‘Ben bu projeyi imzalamam.’ ‘Hocam neden imzalamıyorsun, biz taş taşımazsak para alamıyoruz. Üç aydır duruyoruz. Bin kişi bin dört yüz kişi yatta çalışıyoruz, bin beş yüz kişide adada çalışıyoruz. Allah aşkına paraya çeviremiyoruz.’ Yok dedi, ‘İmzalamam, bu proje yanlış. Mendireğin açılışı da, taşlar da yanlış.’ O zaman aldık biz onu da gittik Sultan Bin Süleyman’a. Ama adamın yazması yok, okuması yok. Bu yanlış diyoruz; ‘Hayır, Türkler ne anlar. Bunu Hollandalı çizdi’ diyor. Yahu ne anlar, ne anlamaz… Bizim profesör diyor ki, mesuliyet. Çünkü bunlar fedek mukavelesi, yani on sene sonra o ada çökerse müteahhit sorumlu, mal sahibi değil. Profesör de diyor ki; ‘Bunun üzerinde bir adam ölürse içeri girersin Kahraman. Onun için mesuliyet mal sahibinindir diye not yazdır. Ben hemen projeyi başlatayım.’ Gittik Sultan Süleyman’a yaz şuraya bir şey olursa sorumlu sizsiniz. Çünkü projeyi siz bize veriyorsunuz, biz yapmadık ki projeyi. Üç ay bana bunu imzalamadılar. Üç ay sonra imzaladı verdi. Biz de ikinci adayı yapmaya başladık. Biz ikinci adayı yaparken birinci ada çöktü. Mendirek yıkıldı, o zaman ancak Kahraman’ın hocası bu işi biliyor dediler. Bize geldiler hocayla tanıştılar. Hocamız anlattı; üç tonluk taş olmaz ki… Böyle bir mendirek yapılırken 50 sene evveline gidilir. 50 senenin rüzgarları, dalgaları, akıntısı, dalga boyu hepsi hesaplanır. Onun iki misli her 25 sene de bir T-sunami gibi bir fırtına olurmuş, bunların hesapları yapılırmış. Ama onlarda hesap kalemi yokmuş. Sağ olsun bizim Dalan’a benziyor. Bizim Dalan’da sabah kalkardı, buradan köprü geçsin, buradan yol geçsin derdi. Bunlar daha fena; çünkü bunlarda para da, kredi de var. Ne oldu? Birinci ada da çöktü.

 

 

ATATÜRK'E HAKARET ETTİLER BENDE SAVORANA'DAN ATTIRDIM

 

İkinci adayı yaptınız..

 

İkinci adayı yaptık, ondan sonra Şeyh’in birisi sefirle birlikte yata geldi. Yatta Atatürk’ün odasında ‘Bu adi adam bizi, sizlerden ayırdı’ dedi. Clinton’da Atatürk’ün odasında hatıra defteri yazıyor, ben ve oğlum yanında. Üçümüz yalnızdık, tanımadığım bir adam bir anda girdi. Kim olduğunu bilmiyoruz. Hatırlarsanız 2003’de IMF toplantısı Dubai’de yapıldı. Bizim Başbakan geldi, hatta bizim Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan geldi Savarona’ya ‘Mahdum senden ne kadar memnun’ dedi. Kendi ağzından söylediğini söylüyorum. IMF’in toplantısında iki bin kişinin içerisinde söyledi. Kalktı ‘Burada bir firma var Sadıkoğlu hem yatımı, hem adayı yapıyor; çok memnunum deyince merak ettim. Neden bu kadar memnun?’ ‘Sayın Başbakanım adam zamanında paramızı ödüyor, biz de işimizi yapıyoruz. Neden gecikeyim, adam günü gününe zamanında paramızı ödüyor. Biz üç ayda ilerideyiz, üç ay evvel yatını teslim edeceğiz’ dedim. O gün o zamanlar şimdiki Cumhurbaşkanımız Dış İşleri Bakanı idi. Telefon ettiler, Savanora’da beş yüz kişilik yemek istediler. Yemekleri hazırladık, davetliler gelmeye başladı. Bir baktım uzaktan Clinton geliyor, hatta bir ara ona benzettim. Dubai’de ozaman ABD Başkanı değil ama konuşmacı olarak gelmiş. Başkanlık görevinden ayrılmıştı. Oğluma beni tanıştırmasını söyledim, çünkü çok enteresan bir adam tanışmak istiyordum. Salonda oturduk, üç dakika sonra dedi ki ‘Burası Atatürk’ün yatıymış, odasını görebilir miyim?’ odaya gittik. Adam eşyaları soruyor, bakıyor hatta öyle güzel bir laf etti ki bana; ‘Bakın ben başkanlık yapmış bir insanım. Bizler beş sene sonrasını hiçbir başkan görmemiştir. Dünyada bir tek liderdir o benim için. 1935 nutkunda Atatürk Rusya’nın dağılacağını söylemiştir. 1935 nerede, 2000 nerede… Ben onun için Atatürk hakkında çok kitap okudum. Burada da bana bu zevki verdiğiniz, eşyalarını ve elbiselerini gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim’ dedi. Tam çıkarken şeref defterimizi gösterdim ve not yazmasını rica ettim. Çünkü aşağı yukarı on tane kitabımız var bizim, her gelen kral, kraliçe Leydi Diana’dan tutun, Prens Charles imza atmıştır. O da tam onu yazarken, içeri bir adam, arkasından da bizim sefir girdi. Sefirin önünde bir Arap hiç tanımıyorum. Atatürk’ün odasından girince ‘Bu adi adam, bu rezil adam… vs’ diye konuşmaya başladı. Bizim sefirde o hakaretler karşısında öylece bakıyor. Adam sustuktan sonra sefire bir şey söyleyip söylemeyeceğini sordum. Ben ona daha sonra yazıyla yazacağım dedi. Adam bize küfür ediyor, siz sonra yazı mı yazacaksınız? Bende adama döndüm; ‘Affedersiniz, ben bu yatın sahibiyim. Bu yatın kıçında da Türk bayrağı var. Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ediyor. Siz de bu cumhuriyeti kurana hakaret ederseniz ben size iki alternatif sunacağım: Birincisi kendiniz paşa paşa çıkın, ikincisi çıkmazsanız sizin burada ayaklarınızı kırarım yürüyemezsiniz çıkmak için.’ Clinton’da dinliyor, rezil oluyoruz. Sefir de onu korurcasına konuşunca bende sonunda döndüm kaptana ‘İkisini de dışarı at’ dedim. Attık da dışarı; ama o Arap’ın kim olduğunu bulamadık. Herkes de onu Şeyh Mahdum zannediyor. Halbuki Şeyh Mahdum, beyefendi bir insan, o değildi. Savanora’ya da geldi, görüştük, personelimle de tanıştı; çok pırlanta gibi bir adam. Mesela şeyhin oğlu var. Benim oğlumla Boston’daki aynı üniversiteye gidiyor. Hala da arkadaşlar ama sabahleyin 12:00’de kalkar, arkadaşlarıyla yemek yerken annesi başında dikilir. Yani o da öyle yetiştiriliyor. 28 yaşında bir çocuk ama iş zekası yok. Çünkü yetiştirilme tarzı farklı. Dubai’ye gittiğinde hapishane hayatı, ama Boston’da adam diskotekleri kapatıyor, gezip tozuyor.  Savanora’dan o adamlar çıktıktan sonra biz gittik paramızı istedik. ‘Bize neden paramızı ödemiyorsunuz, beşinci ay oldu’ diye. ‘Hayır, bakacağız öyle ödeyeceğiz’ dediler. Yanlış hatırlamıyorsam bu konuşmayı Perşembe günü yaptık, çünkü orada hafta sonu Cuma-Cumartesi oluyor. ‘Pazartesi günü ödemezseniz duracağız’ dedik. Pazartesi oldu ödemediler, Salı günü ben 350 kişiyi uçakla İstanbul’a gönderdik. İki tane charter Türk Hava Yolları’ndan uçak tuttum. İkinci 350 kişiyi gönderecekken akşam gelip beni evimde bastılar.

 

Ne kadar alacağınız var?

 

2003 senesinden beri aşağı yukarı 18 milyon dolar. Ama 2003 senesinden beri yatın haciz konması için Dubai’den ayrılmasını bekliyoruz. Dubai’de avukat bulduk, avukata dosyayı verdik, dosya mahkemeye ulaştıktan 4 gün sonra avukatın odasını bastılar. Bu davayı yürütürsen senin oturma iznini iptal ediyoruz diye tehdit ettiler. Avukat da dosyayı tekrardan bize yolladı. Sene 2009’a geldiğinde de teknede yangın çıkardılar, teknenin makine dairesine su bastılar. Alman’ı çağırdılar, ‘Sadıkoğlu’na yaptığınızı biliyoruz, biz gelip yapmayız’ dediler. Şimdi bekliyoruz ki tekne bir gün bitecek, Avrupa sularına inecek. Şimdi bu krizden sonra bu da biraz zor. Mesela geçen hafta Londra’da at satışı vardı, Şeyh Mahdum hayatında ilk defa gitmedi. Dünyadaki tek at hastanesi bu adamda, bu kadar at seven bir insan ama gidemedi.  Beni içeri alında üç gün sonra oğlumu çağırdılar. ‘Gelsin, özür dilesin, elini öpsün parayı verelim.’ Ama ben adama hakaret etmedim ki, adam hakaret etti Atatürk’e. Ben neden özür dileyim? Ben adama duracağımı söyledim, o da; ‘Yok, burada esir gibi çalışılır’ dedi. Şimdi onlar terbiyesizlik yapıyor. Ben onlara Pazartesi duracağımı söyledim, onlar bana esir gibi çalışmaktan bahsediyor. ‘benim tarihim pek kuvvetli değil, ben Galatasaray mezunuyum; ama bildiğim kadarıyla biz Osmanlı İmparatorluğuyken sizle bizim esirimizdiniz, bizler sizin esiriniz değiliz. Ayrıca otuz sene evvel dört ayak üzerinde yürüyordunuz, burada on senedir iki ayak üzerinde yürüyorsunuz. Biz üç bin senedir ayaktayız’ diyince tek hakareti orada yaptım. Biz orada bin-iki bin işçi köpek değiliz. Ben iki bin işçimle eğer ayaklansaydık Dubai’ye el koyarım. Ordu da yok, askeri de yok sadece iki yüz tane polisi var. Esas konu maalesef pasaportumuzun değeri yok.

 

Yani bizim orada Dışişleri’nde görev yapan sefirlerin pek yetkisi yok mu?

 

Bizim sefirler sağ olsunlar yemek, davet, içki oradalar. Her gece bir yerdeler. Ama esas sefirin ben orada bin işçiyle çalışıyorsam, senin orada benim hakkımı koruman lazım. Beni nasıl içeri attırıyorsun sen? Teminat mektubunun karakolda ne işi vardı? Teminat mektubunu da alamadık, nakit beş milyon doları ödeyip öyle çıktık. Ben oğluma özür dilemeyeceğimi ve kefaretimi ödemelerini söyledim. Ama tatiller, yılbaşı vs. araya girince para gelene kadar ben 12-13 gün orada kaldım. 18’in üzerine bir de hakiki 5 milyon dolar benim param var. Ama Allah’ın sopası yok! Bunu Hintliye, Fransız’a, Amerika’da Miami’de yaşayan aşağı yukarı 11 firmaya yaptılar.

 

Ya Mahdum buraya geldiğinde ne yaptınız?

 

İETT arsası almak için Türkiye’ye geldiğinde basın toplantısına gittim. Onalr beni görünce şaşırdılar, toplantıyı bozmamı istediler. Ben çünkü oraya gittiğimde evraklarımla beraber ‘Bunlar hırsızıdır’ demek için gittim. ‘Yarın 10:00’da seninle buluşuyoruz, paranı da vereceğiz, teminatını da sana geri iade edeceğiz’ dediler. Orada aşağı yukarı 2,5 milyon dolarlık bir tersanenin makine parkı hala orada duruyor. Onu da bana iade edeceklerini söylediler, yalnızca basın toplantısını bozmamamı istediler. Akşam üstü 17:00’de buluştuk, yarın adamlar ödeme yapacaklarını belirttiler. O günde ihaleye girdik onu bitirelim ertesi gün 10:00’da Hilton’da diye sözleştik. Ertesi gün gene ben evraklarımı aldım, Hilton’a gittim. Resepsiyonda bana saat 08:00’de kaçıp gittiklerini söyledi. Kaçmakla nereye kadar gidecekler ki, ne olacak ki sonu.

 

İzmit Körfezi’nde şimdi bir limanları mı var?

 

O liman Nekel Şirketi’nde değil, başka bir şirkette. Türk Hukuku’na göre hissedarı da olsa yapamıyorsun. Ama Amerikalı Miami’de mahkeme kararı aldırdı, dolandırıcılık suçundan soktuğu zaman karşılığını alacak. Çünkü orada dolandırıcılık adam kaçırmadan daha büyük bir suç! Şimdi o bize aynı mahkemeden aynı kararı aldırmayı öneriyor. Geçen hafta Mehmet’le buluştum, 4,5 saat sohbet ettik. Onun da alacağı var; ama alamıyor. Herkes alacağına göre plan yapıyor.

 

Bize zaman ayırdığınız ve bu keyifli sohbet için teşekkür ederiz.

 

Rica ederim. ben size teşekkür ederim.

 

 

 

www.DenizHaber.Net

Diğer Haberler
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2004 Deniz Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0544 880 87 87 | Haber Scripti: CM Bilişim