• BIST 9782.46
  • Altın 2427.694
  • Dolar 32.5699
  • Euro 35.0032
  • İstanbul 20 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 21 °C
  • Antalya 22 °C
  • Muğla 19 °C
  • Çanakkale 18 °C

Halim Mete'den yaşanmışlık dolu paylaşımlar

Halim Mete'den yaşanmışlık dolu paylaşımlar
Türk denizcilik sektörünün duayen isimlerinden Halim Mete, koronavirüs ile mücadele ettiğimiz günlerde toplumsal birlikteliğe katkı sağlamak için sosyal medya üzerinden yazılar yazacak. Denizci bir aileden gelen Halim Mete derin mizah anlayışı anlatımındaki ustalığı ile tanınırken, büyüklerinden dinledikleriyle güncel konuları anlatıyor.

Büyük fotoğraf sanatçımız Ara Güler’in fotoğraflarındaki Deniz ve İstanbul

İstanbul’a ilk geldiğim yıllar 5 ya da 6 yaşlarındaydım. Rahmetli babaannemle beraber ilk geldiğimizde Haliç Fener’de bir evde oturuyorduk. En çok dikkatimi çeken Fener Karakolu ve onun yanındaki Fener Vapur İskelesi’ydi. Fener’den vapura biner Galata Köprüsü’nde iner, Karaköy Vapur İskelesi’nden bindiğimiz vapurlarla Arnavutköy ve Çengelköy’deki akrabalara giderdik. Bazen de Haliç Fener’den biner Hasköy ve Halıcıoğlu’ndaki akrabalarımıza giderdik. Haliç’teki vapurlar siyah renkli ve küçük vapurlar idi, bol duman çıkartan makinaları vardı, Boğaz’daki vapurlar ise son yıllara kadar, hatta hala çalışan beyaz renkli daha büyük vapurlardı. Kıç taraf birinci mevki, baş taraf ikinci mevki idi ve biraz daha ucuzdu. Boğaz’daki vapurlarda kıç üstü diye adlandırılan alanlarda oturanlar ilave para verdikleri için genellikle buralarda zenginler otururlar, burada çaylarını, kahvelerini yudumlarlardı.

“Bizim uşakları seyretmeye doyamazdım”

Haliç Fener’de oturduğumuz senelerde yürüyerek; Ayakapı, Küçük Mustafa Paşa, Cibali’den Unkapanı köprüsünü karşıya geçerek Karaköy’deki Vapur İskelesi’ne veya Galata Köprüsü’ndeki Tenezzüh motorlarının iskelesine gittiğim çok olmuştur. Küçük Mustafa Paşa’da akrabamız Kırıkçı Meryem Teyze’ye ve Perşembepazarı’nda Tornacı Şaban Usta’ya (Şaban Hantal) uğramadan geçmezdik.Bu yürüyüşleri yaparken Haliç’in kıyısındaki kayıkları, karşıdan karşıya sandalıyla yolcu taşıyan Rizeli, hatta genellikle Rize Pazar veya Ardeşen’li bizim uşakları seyretmeye doyamazdım. Bazı günler Fener’den Eyüp’e doğru yürürdüm. Yürüyüşe başlarken Fener Patrikhanesi, Kırmızı Kilise, Bulgar kilisesi dikkatimi çekerdi. Ama, bir denizci çocuğu ve torunu olduğum için en çok dikkatimi gemiler, takalar, çektirmeler, mavnalar çekerdi.

1950’li senelerde Fener’den Ayvansaray’a kadar çekek yerleri mevcuttu. Daha saç gemi yapımı tam başlamadığı için yukarıda tiplerini saydığım ağaç gemiler neredeyse her sene bu çekek yerlerinde karaya çekilir ve tamir edilirdi. Çekek yerleri yazın toz içinde, kışın ise çamur deryası gibi olmasına rağmen, ayakkabılarımızın çamurlanması bahasına bu gemileri görmeye bayılırdık. İşte buradan büyük fotoğraf sanatçısı ARA GÜLER’e gelelim. Toprağı bol olsun. Ara üstat elinde fotoğraf makinasıyla İstanbul’un denizini ve denizciliğini resmedip tarihe hediye eden kişidir. Bilmediğimiz birçok kişi İstanbul ve denizini fotoğraflamış olabilir ancak bir bütün halinde resmedip bizlere hediye olarak bırakan tek kişi ARA GÜLER’dir. Bir kez daha teşekkürler.

“Torlak, Bayrak, Gündoğdu daha iyi bilir”

Şimdi fotoğraflara bakalım. Bir bakıyorsunuz ki sandalcı siya siya gelerek iki mavnanın arasına giriyor, arkada da bir caminin minaresi görünüyor. Bir başka fotoğrafta karaya çekmiş bir çektirme yanında iki kişi ne yapacağını düşünüyor. Onlar motorun sahipleri olsa gerek, arka tarafta da yine küçük bir cami.  Üçüncü fotoğrafta karaya çekmiş iki motora yanaştırılmış birer tahta merdiven var, birisi merdivene tırmanıyor, iş güvenliği diye soran mı oldu? Dördüncü fotoğrafta, sanki Ayvansaray’da çektirme tipi motoru karaya çekmişler, iki kişi uydurma bir kalasın üzerinde raspa yapıyor, düştü düşecek gibi. Aslında bu fotoğraflar ülkemizdeki tersaneciliğin ilk başlangıç yılları sayılabilir. Bu fotoğraflardaki olaylar, Kenan Torlak ve kardeşleri, Başaran Bayrak, Ramazan Gündoğdu gibi arkadaşlarımıza sorulabilir. Çünkü bu ve bunun gibi isimlerini sayamadığım ailelerin büyükleri tersaneciliğimizin de eskileri üstatlarıdırlar. Bir diğer fotoğrafta Haliç’ten dışarı çıkmaya çalışan bir motorun baş üstünde bir gözcü var. Bir şeye çarpmasın diye bakıyor ama hemen önünde bir sandalcı rahat rahat dolaşıyor, belki de yolcusunu almaya gidiyor. Evet, yine birileri yolcu taşıyan sandallara binmeye çalışıyor ki karşıya geçecek.

“Kıçtan kara yapmış tekneler”

Bir sonraki fotoğraf 1970’li yıllardan. Çünkü artık saç gemilerle mavnalar yan yana. Burası Perşembe Pazarı’nın sahili olsa gerek. Ahşap ve saç gemiler kıçtan kara yapmış makinalarını ve teknelerini dışarıdaki ustalara tamir ettiriyor. Burasıda İstanbul Hali’nin önü. İlçelerden gelecek hal motorlarını bekliyorlar ki; gelen sebze ve meyveleri boşaltacak olan o zamanki adıyla HAMAL kardeşlerimiz. Hal motorları sebzeleri boşaltacak, sonra boş sandık ve küfeleri ve de esnafın malzemelerini yükleyip Kartal’a, Pendik’e, Yalova’ya, Karamürsel’e, Yalova’ya geri götürecekler. Haliç’ten çok güzel bir fotoğraf daha; mavna dökme buğday ve arpayı boşaltmış, geride kalanları ise kuşlar yiyor. Başka bir fotoğrafta Eminönü Rıhtımı’na yanaşmış motorlarının önünden karpuz satan bir at arabası geçiyor. Küçük bir motor, makinası olamayan bir kayığı bordasına bağlamış götürüyor.

Evet Değerli Denizci Dostlar,

Bir dönemin denizciliğini ve denizcilerini ARA GÜLER üstadın fotoğraflarından aktarmaya çalıştık. Yazımızı konuya uygun kayıkçı fıkralarıyla kapatalım. Bir Rizeli kayıkçı Boğaz’ın bir yakasından yolcusunu almış karşıya geçiriyormuş. Yolun ortasında bir yerde kayıkçı yolcudan yol parasını istemiş. Yolcu ‘Param yok’ deyince, kayıkçı sağa sola bir bakmış önünde bir şamandıra görmüş ve şamandıraya yanaşarak yolcuya seslenmiş. ‘Ula, seni dişari çikartsam bağa yazuk, seni denize atsam sağa yazuk, bari seni atayim şamandıranın üstüne da ne sağa yazuk olsun, ne da bağa…

Yine Rizeli sandalcı bir profesörü kayığına almış Boğaz’dan karşıya geçiriyormuş. Yolun yarısında profesör bizim uşağa sormuş: Sen matematik biliyor musun, ‘Yoook’ demiş sandalcı, ikinci soru gelmiş ‘Fizik biliyor musun?’ yine ‘Yoook’ cevabı gelmiş. Profesör yılmamış ‘Kimya biliyor musun?’, yine ‘Yok’ demiş sandalcı. Profesör isyan etmiş ‘Oğlum desene gitti ömrünün yarısı’. Rizeli kayıkçı çok üzgün, bir şey demesi lazım. Bakmış ki hava bozmaya başladı. Dönmüş profesöre; ‘Hoca sen yüzme biliyimisun?’ diye sormuş. Hoca ‘Yoook’ deyince kayıkçı cevabı yapıştırmış ‘Desene gitti ömrünün tamamı’

Allah yüzünüzü güleç, işinizi bereketli, ömrünüzü sağlıklı eylesin. Allah askerlerimizi korusun, şehitlerimizin mekanı cennet olsun.

Halim METE

1-201.jpg2-211.jpg3-187.jpg5-092.jpg6-057.jpg

DENİZ HABER AJANSI

 

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2004 Deniz Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0544 880 87 87 | Haber Scripti: CM Bilişim