29 Mart 2024
  • İstanbul14°C
  • Ankara13°C
  • İzmir16°C
  • Antalya17°C
  • Muğla9°C
  • Çanakkale10°C

PENDİK TERSANESİ VE GERÇEKLER

ALİ CAN

20 Şubat 2018 Salı 20:59

Türkiye’nin ilk gemi motorlarını üreten Pendik-Sulzer Motor Fabrikası’nın kuruluş hikayesini ve ülkemiz için önemini anlatmaya çalıştığım, kuruluşunda ve imalat aşamalarında çalışmış, emek vermiş arkadaşlarımla beraber “Pendik-Sulzer Motor Fabrikası Belgeseli” adlı yazıyı kaleme aldık.

Hem konuyla ilgili hem de bir hayat hikayesi mahiyetinde olan Ağustos 2017’de yayınlanan röportaj çok ilgi çekmiş olmalı ki 1990’lı yıllarda motor fabrikasında çalışan bu fabrikaya emek vermiş bir arkadaşımız baş mühendis Recep Okur, “Pendik Tersanesi’ni Asker Kurtardı” adlı yazısını yayınladı.

Sayın Recep Okur’un yazısı hem Pendik-Sulzer’i hem de Pendik Tersanesi’ni kapsadığı için ben de özelleştirme faaliyetlerinin başladığı 1990’lı yıllardan sonra Pendik Tersanesi ve Pendik-Sulzer’in özelleştirme serüvenlerini ve bu iki milli değerimizin başına gelenleri anlatmaya çalışacağım. Özellikle Deniz Kuvvetleri’ne devredildiği tarihten itibaren.

Deniz Kuvvetleri’mizin manevi varlığına saygısızlık etmemeğe özellikle dikkat ederek bu iki milli varlığımızın kuruluş amaçlarını, kapasitelerini, ülkemiz ve ekonomimiz için önemlerini kısaca anlatmaya çalışacağım.

Pendik-Sulzer Motor Fabrikası’nın özelleştirme sürecini anlatırken  özelleştirmede yapılan hataları, bu hatalar yüzünden kaos ortamını, bana göre özelleştirme nasıl yapılmalıydı, deniz Kuvvetleri’ne devrinin artıları ve eksilerini, tamamen tarafsız bir bakışla irdelemeye, doğruları bulmaya ve açıklamaya çalışacağım.

Pendik Tersanesinin Kuruluş Amacı ve İnşa Ettiği Gemiler

Pendik Tersanesi, Büyük Atatürk’ün 1935 yılında verdiği emirle kurulmaya çalışılan ve ancak 1 Temmuz 1982’de bitirilip faaliyete geçen Türkiye’nin ilk modern ve en büyük tersanesidir.

Pendik Tersanesi, Süveyş Kanalı’ndan geçebilecek en büyük gemi olan 150 bin DWT’lık gemileri inşa edebilsin diye projelendirilmiş ve ona göre donatılmış bir tersanedir.

Pendik Tersanesi’nde, açıldığı 1 temmuz 1982’den Deniz Kuvvetlerine devredildiği 1999 sonuna kadar toplam 25 adet gemi inşa edilmiş, bunlardan beş adedi de Almanya ve Polonya’ya ihraç edilmişlerdir.

Pendik Tersanesi’nin Özelleştirme Serüveni

Pendik Tersanesi, ilki 1969’da, ikincisi 1981’de, üçüncüsü de 1996’da olmak üzere üç defa özelleştirilmeye teşebbüs edilmiş ne yazık ki üçü de başarılamamıştır.

Birinci teşebbüs 1969 yılında, Japon IHI firması ile ortak olarak yüzde 50 paylaşım şeklinde planlanmış, 

İkinci teşebbüs yine Japon IHI ile yüzde 50 ortaklık ve uzun vadeli kiralama şeklinde planlanmış fakat her ikisine de bazı çevreler karşı çıktıları için ikisi de gerçekleşememişti.

Üçüncü ve son teşebbüse gelince, bu teşebbüs nasıl gelişti, neden başarılamadı?

1993 sonunda zarar eden devlet işletmelerinin özelleştirmelerine karar verilince, ilk önce Karabük Demir Çelik Fabrikalarının hisseleri, çalışanlar ve sendikacılardan kurulu bir müteşebbis heyete, 17 şubat 1993 yanılmıyorsam 1 TL gibi sembolik bir değerle devredildi; kuruluşun adı da, KARDEMİR A.Ş, olarak değiştirildi.

Birkaç yıl sonra da, Özelleştirme İdaresi, Pendik Tersanesi’ni özelleştirmek için iç ve dış piyasaya açık bir ihale tertipledi. Karabük’teki gibi Pendik Tersanesi’ni, biz alıp işletelim düşüncesi ile Dok Gemi İş Sendikası, GESTAŞ isimli bir şirket kurarak ihaleye girdi.

GESTAŞ, çalışanlarının da şirkete ortak olmalarını sağlamak için değeri 1 TL olan hisse senedi hazırlayarak işçilere dağıtmış. İhaleye iştirak eden ikinci firma, bir Alman firmasıydı.

Özelleştirme idaresi, yapılan değerlendirme sonunda ihaleyi, GESTAŞ’ın kazandığını ilan etti. Bu defa, işçiler, hem bağlı oldukları sendikaya güvenememeleri hem de Alman firmasını tanımadıkları için; gelecek endişesine kapılıp, acaba işimizden olur muyuz, acaba kıdem tazminatımızı vermezler mi, acaba, ücretlerimiz düşer mi gibi endişelerle, tersane içinde adeta bir kaos ortamı yarattılar.

Bir taraftan da, rivayete göre ihaleyi kaybeden Alman firması, ihaleyi iptal ettirip, kendisine verilmesi hususunda gayret gösterip ortalığı karıştırınca tersanede ne huzur kalmış ne de iş verimi.

O tarihe kadar, devamlı kâr eden bin 500 kadar işçinin çalıştığı tersanede verim düşmüş ve işçileri doğru dürüst çalıştırmak da mümkün olmamış.

Tersanenin Deniz Kuvvetleri’ne Devri

Pendik Tersanesi, özelleştirilme kargaşası ile karışırken, aynı tarihlerde Deniz Kuvvetleri’ne ait Haliç’teki Taşkızak Tersanesi de Haliç’in boşaltılması kapsamında kapatılma aşamasındadır.

Bu sebeple, Taşkızak yerine yeni bir tersaneye ihtiyacı olan Deniz Kuvvetleri de tersaneye talip olunca Özelleştirme İdaresi de çareyi ihaleyi iptal edip tersanenin Deniz Kuvvetleri’ne devrine karar vermiş.

(Not: Gerek ihale safhası, meydana gelen olaylar ve devir olayını o esnada emekli olduğum için canlı olarak yaşamadım. Bu bilgiler, tersanede görevli olan güvenilir arkadaşlarımdan edindiğim bilgilerdir.)

Tersanenin Deniz Kuvvetleri’ne Devrinin Artı Ve Eksileri

Artıları:

-Tersanenin Deniz Kuvvetleri’ne devri, hiç şüphesiz oluşan kargaşayı yavaş yavaş yok etmiş ve tersane sükunete kavuşmuştur.

-Denizcilik Bankası’ndan kalan işçilerin başlangıçta bir takım sıkıntıları olduğu, bir kısmının tensikata tabi tutuldukları söylendiyse de bunların üzerinde durmuyorum. Neticede tersane, milli ordumuzun emrindedir ve emin ellerdedir.

Eksileri:

Pendik Tersanesi, Deniz Kuvvetleri’nin ihtiyaçlarına göre projelendirilip donatılmış bir tersane değildir. Dolayısı ile,

· 300 m’lik gemi inşa havuzu ve üzerindeki 450 tonluk gantry kreyn genellikle âtıl kalacaktır.

· Yılda 50 bin ton saç işleme kapasitesinin ancak bir kısmı kullanılabilecektir.

· Pendik Tersanesi planlanırken tamirat düşünülmemiştir. Dolayısı ile Deniz Kuvvetleri’nin ana   ihtiyacı olan tamirat işleri için uygun olmayıp tersanenin bu maksatla bir adaptasyona tabi     tutulması gerekli olacaktır.

· Donatım rıhtımı da dikine ilave edilen yeni küçük rıhtımlarla büyük gemi inşaatı amacıyla kullanılamaz hale gelmiştir.

· Bütün bunlar dikkate alındığında, tersane asli görevi olan büyük gemi inşaatını yapamaz hale gelmiş, böylelikle kuruluş amacından süratle uzaklaşmıştır.

Nitekim; Denizcilik Müsteşarlığı’nın 2003-2007 dönemindeki gelişmelerin anlatıldığı kitapta, Büyük tonajlı gemi inşa edebilecek tersanelerin bulunmaması nedeni ile Türk armatörlerinin toplam 7 milyon DWT’lık gemi siparişinin 1.3 milyon DWT'ı yerli tersanelere, 5.7 milyon DWT’ı ise yabancı tersaneler gitmiştir.

22 Ocak 2010 yılında www.denizhaber.net’deki habere göre Türk armatörleri, Güney Kore’nin STC firmasına her biri 57 bin DWT’luk dört adet gemi siparişi vermişlerdir.

2000’lerden sonra, Mehmet Emin Karamehmet ve Sabancılar da YASA ve DENSA ile deniz sektörüne girmişler, Uzakdoğu tersanelerine çok sayıda gemi siparişi vermişler ve vermeye de devam etmektedirler.

Sonuç itibarı ile Sanayi Bakanlığımızın verileri, özellikle büyük gemi inşaatları için kurulmuş olan Pendik Tersanesi’nin, kuruluş amacından uzaklaştırılmış olmasının yanlışlığını açıkça göstermektedir.

Yapılan Özelleştirme İhalesinin Eksiklikleri

Pendik Tersanesi’nin özelleştirme ihalesine sadece iki firma katılması yapılacak ihalenin ve tersanenin doğru dürüst tanıtılmadığının işaretidir. Yapılması gereken, ihaleden evvel tersanenin bir tanıtıcı broşürünün hazırlanarak Japonya’nın, Güney Kore’nin, Almanya’nın ve diğer önemli büyük gemi sanayi ülkelerinin tersanelerine gönderilip, bu ülkelerin de ihaleye katılımlarının sağlanmasıydı. Ayrıca, iç piyasadaki büyük sermaye grupları ile gerekirse toplantılar yapılarak kurulacak işletme şirketine ortak olmaları teşvik edilmeliydi. Anlaşılan böyle çalışmalar yapılmamış.

İkinci bir alternatif olarak böyle bir geniş katılıma rağmen, yine de talip çıkmaması durumunda tersane, genel müdürlük haline getirilerek, müstakil bir anonim şirkete dönüştürülüp, muayyen bir işletme sermayesi konularak borsaya kote edilebilir, hisse payları benzer şirketlere ve halka arz edilip özelleştirme zamana bırakılabilirdi. Bu alternatif de gerçekçi bir çözüm olabilirdi çünkü Pendik Tersanesi devlet işletmesi olduğu halde zarar etmeyen, tersine ufak da olsa kâr eden bir kuruluş olarak faaliyetlerine devam etmekteydi.

Bu alternatifte tersane, asli görevi olan büyük gemi inşaatlarına, Pendik-Sulzer de motor imalatına devam ederken, bir yandan da Deniz Kuvvetlerimizin milli gemilerini onların nezaret ve kontrolünde inşa edebilir, keza tamir ihtiyaçlarını da karşılamaya çalışırdı. Böylece bizler de Deniz Kuvvetlerimize hizmet edebilme şerefini ve mutluluğunu yaşamış olurduk.

Netice olarak Pendik Tersanesi’nin artık geri dönülmez bir noktada olduğunu ben de biliyorum, ama, zamanında devlet aklının nasıl çalışması gerektiğini vurgulamaya çalışıyorum.

Pendik-Sulzer Motor Fabrikasına Gelince…

Pendik Tersanesi’nin devrinde en büyük zararı, motor fabrikası görmüştür. Bu fabrika 1837’den beri buhar makinesi ve dizel motor ithal eden ülkemizin bu kötü kaderini değiştirmek için çok büyük uğraş ve emek verilerek kurulmuş, başarılı olmuş bir tesistir.

Bu fabrikada dünyanın düşük devirli gemi motorları imalatında bir numara olan SULZER lisansı ile tam 99 adet dizel motoru yapılmış ve bu motorlar konuldukları gemilerde, aradan 25-30 sene geçmiş olmasına rağmen hala tıkır tıkır çalışmaktadırlar.

Deniz Kuvvetleri, tersaneyi devralınca, ”Bu motor fabrikasını kapatmayalım, yazık etmeyelim. Denizcilik Bankası’na bırakalım ve burada motor imal etmeye devam edilsin” demiş olabilseydi çok isabetli bir karar verilmiş olurdu. Kimse kusura bakmasın, bu güzelim fabrikaya yazık edilmiştir.

Ayrıca, belirtmeliyim ki, Sanayi bakanlığı istatistiklerine göre Türkiye, motor ve motor parçaları için yurt dışından her yıl 3.5 ile 4 milyar dolarlık ithalat yapmaktadır.

Sonuç

Cennet kadar güzel bir ülkemiz var ama çok sorunlu bir jeopolitik konumda bulunmaktayız. Uzak yakın, büyük küçük etrafımızdaki bütün ülkeler iş birliği içinde devamlı planlar yapıp, ne yapsak da Türkiye’yi zayıflatsak, sonra da parçalasak deyip duruyorlar.

Ülkemizi bu düşmanlardan koruyabilmemiz için yapmamız gereken şey süratle sanayileşmektir. Kendi gemimizi, kendi motorumuzu, kendi tankımızı, kendi silahımızı ihtiyacımız olan her şeyimizi kendimiz üretmeye çalışmalı, sonunda da ele güne muhtaç olmamalıyız.

Milli değerlerimize sahip çıkmak, onları kapatmak yerine geliştirmek ve en yüksek verilme çalıştırmak hepimiz için milli bir görev olmalıdır. Sözlerimi sanayileşmeyi bir ilke olarak edinmiş ve kısa sürede başarmış olan Japonya’da üretim tesislerinde çalışanların işe başlamadan evvel beraberce yüksek sesle okudukları ‘Sanayi Andı’nı ekleyerek bitirmek istiyorum;

“Yeni bir Japonya kurmak için, gelin kudret ve aklımızı birleştirelim. Bir şeyler katmak için elimizden gelen her şeyi yapalım. Bir kaynaktan çağlayan su gibi, sonsuz ve devamlı mallarımızı dünya halkına gönderelim. Samimiyet ve ahenkle çalışalım. Büyü sanayi, büyü, büyü…”